Vefa denilen bir kavram vardır. Bu kavram ne İstanbul’da bir semti ne de pratik hayatta karşılığı olmayan bir kelimeyi ifade eder. Bu kavram, hak ve hukukun yerli yerine konmasını; sevgiyi, dostluğu ve herşeyden de öte bağlılıkta sebâtı ifade eder. Özellikle de zor zamanlarda...
Hâlihazırda, Ak Parti’nin kendi seçmenine ve kendi seçmeniyle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçilmesinde aynı duyguyu taşıyan ama oyunu başka partilere vermiş insanımıza karşı büyük ve tarihî bir vefa borcu vardır.
Bu borç; “Kardeşim Gül adayımızdır” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözünü yere düşürmemek, Gül’ü çakallara yem etmemek anlamına gelir.
Her ne kadar bu, zâhirde, Abdullah Gül’e bağlılıkta sebâtı ifade etse de aslında millî iradeye bağlılığı ifade eder.
Medyada köşe başını tutmuş malum kalemler, “Abdullah Gül’ün bir fedakarlık, bir çeşit şövalyelik yapıp cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çekilmesini” koro hâlinde dayatıyorlar. Kimin hatırına? Rotasını yitirmiş bir azınlğın hatırına. Peki, cumhurun hatırı ne olacak? Onların iradesinin, onların hatırının hiç mi değeri yok?
“Uzlaşma” (!) kelimesinin arkasına sığınanlar aslında millî iradeye karşı direniyorlar. Gül’ün köşk adaylığının krize dönüşmesi neticesinde halkın hakemliğine müracaat edildiğini hepimiz biliyoruz. Şimdi, halktan umduğunu bulamayanların dayatmasına teslim olmanın adı “uzlaşma” olmuş, o zaman seçimler niye yapıldı? Halkın hakemliğine niçin müracaat edildi?
Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. Milli iradeye yenilmiş cunta heveslisi sahte pehlivanlar, ortaya attıkları süslü kavramlarla Ak Parti içinde çatlak oluşturmaya, Abdullah Gül’ü yanlızlaştırmaya, onu kiriz sebebi göstermeye gayret ediyorlar. Bütün yük ve bütün sorumluluk Gül’e yıkılarak Gül’ün belini bükmek istiyorlar. Gül’ü yanlız bırakmak, yıpranmasına izin vermek; Gül’ün mağduriyetini öne çıkararak halktan görev isteyenlere yakışmaz. Vefa denilen erdem duygusu burada devreye girer. Gül’e vefa göstermek demek halka vefa göstermekle eşdeğerdir.
Halkın temsil yetkisi verdiği kadrolar, millî idaredeye ortak dayatmasına onay veremez, vermemeli. Hiçbir özel ve tüzel kişilik millî iradeye ortak
kılınmamalıdır. TBMM’nin en başat görevi millî iradeyi gözü gibi korumaktır. Halkın verdiği yetkiyi halkın yetki vermediği kişiler ve kurumlarla paylaşmak iktidar olamamanın diğer adıdır. Gül’e sahip çıkmak tam da bu iradeye sahip çıkmaktır.
Gül’ü çakallara yem vermemek lazım derken bir örnek vermek istiyorum.
Adı Cumhuriyet olan cumhurun düşmanı bir gazetenin İlhan Selçuk adlı beyni sulanmış cuntadacı başyazarı, Abdullah Gül’e cüdam; yani adamlık vasıflarını taşımayan, görgüsüz, beceriksiz, suflî birisi deme küstahlığını gösteriyor. Bu vasıfları hakketmesinin gerekçesi olarak da onun dinî inaçlarına atıfta bulunuyor, hanımının başörtüsünün altını çiziyor. (Cumhuriyet Gazetesi: 09-08-2007)
Bu zat ve emsali, Abdullah Gül’ün şahsında Türkiye toplumunun kahir ekseriyetini kirli kalemine doluyor, onların değerlerine Gül üzerinden savaş açıyor. Şu açık ki, kimileri yumuşak bir uslûpla Gül’ü yıpratırken kimisi de, Selçuk gibi, bütün kinini alenen kusuyor. Hedefte olan kim? Hedefte olan Gül’ün temsil ettiği halk, halkın değerleri ve millî iradedir.
Bunlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adına irade beyanında bulunuyorlar. Bu yetkiyi nereden alıyorlar, anlamış değiliz.
Kaldi ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin halkın seçtiğini kabul etmeme gibi bir lüksü mü vardır? Maaşını halktan alan ve halkın ordusu olan askerlerin; “Cumhurbaşkanı Türk Ordusu’nun da başkomutanı sayılır. Bu yüzden halkın seçtiği başkomutanı tanımıyoruz” deme hakkını kendisinde görebilir mi?
Orduyu halkın iradesine karşı kışkırtanlar bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyorlar. Coğrafyamızın silahlanma yarışına girdiği bir demde orduyu iç siyasi meselelere mıhlamak ülke güvenliğini de tehdit etmektedir. Azgın azınlğın umrunda mı acaba bu?
İşin bir garip diğer tarafı da şu: Dış dünyada Gül’ü istemeyen, onun aleyhine çalışan bir ekip var; neoconlar. Hıristiyan siyonistlerle Musevî siyonistlerin meydana getirdiği bu ekip hâricindeki dış dünya Gül’e sempati duyuyor, onun liderliğini takdirle karşılıyor. Bunu da sık sık dile getiriyorlar zaten.
Gül’ü cumhurbaşkanlığı makamında görmek istememek ayrı bir şey. Ama bunu bir saplantı hâline getirmek, gidip de neconlarla aynı çizgide buluşmak bambaşka bir şey.
Halkın seçimlerde bu tiplere neden yüz vermediğini anlamak zor değil. Halk, kendisini aptal yerine koyan, değerlerine savaş açan kişilere neden yüz versin ki? Ak Parti de vermemeli, Gül’e vefa göstermelidir.