Türkiye'de ve İslam dünyasının genelinde hiç gündemden düşmeyen maddelerden biri "aydınlar" konusudur. Filhakika bu konunun tartışılmaya değer olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü emredici politikalar ve taşıyıcı araçlarla Batılı hakim kültür içinde yer almaya icbar edilen Batı-dışı toplumların birinci derecedeki sorunları, kendileri ile kendilerine yabancılaşmış aydınlar arasında varolan çatışmadır. Bu çatışma son bulmadıkça, halk kitleleri aydınların temsil ettiği kültürü "öldürücü", aydınlar ise inatla tarihsel geleneğine ve kültürüne sarılan halkın kültürünü "ölü" görmeye devam edecektir.

      Dr. Ali Şeriati, "Kültür ve İdeoloji Etrafında Konuşmalar" adlı kitabında bilgi sosyolojisi açısından toplumları bir piramide benzetebileceğimizi söyler. Piramidin asıl tabanında geniş halk kitleleri yer alır. Piramidin ikinci basamağında aydınlar var, tepesinde ise sayıları oldukça az olan "yıldızlar" oturmaktadır.

      20. yüzyılda yaşadığının (vefatı 1977); Müslüman, doğulu ve İranlı olduğunun bilincinde olduğunu söyleyen Şeriati'ye göre, -kişi kendi dini, tarihi, coğrafi ve zamana ait doğru bir bilinç taşımadıkça Batı ile de sahih temas kurmaz- hangi çağda olursa olsun halk kitleleri aynıdır ve çoğunlukla birbirine benzer. Hatta Avrupa tarihi için de durum aynıdır. Nitekim bugün de Vatikan'a gitseniz, orada soğuk, yağmur, çamur ve kar dinlemeden pencereye çıkacak Papa'nın kolunu görmek için bekleşen yüzlerce insan bulursunuz. Bu insanlar için Papa'nın vücudunun bir yerini görmek sonsuz bir mutluluk kaynağıdır, Papa'yı görmekle sene boyunca işlerinin iyiye gideceğine inanırlar. Avrupalı insan Orta Çağ'da da aynı şeyi yapıyor, aynı duygu ve düşünceleri taşıyordu.

      Piramidin ikinci basamağında yer alan aydınların ise durumu biraz daha farklıdır. Genelde aynı çağı yaşayan ve ortak değerleri paylaşan aydınlar yaygın kanaatin aksine "muhafazakar"dırlar; geçmiş çağlardan, bir önceki dönemden devraldıkları düşünce ve inançları var güçleriyle savunur, bunları halka götürmeye ve benimsetmeye çalışırlar. Aydınların kendi aralarında ilerici- gerici, muhafazakar- liberal veya ateist- Marksist gibi fraksiyonlara ayrılmaları, onların bilgi sosyolojisi açısından işgal ettikleri konumlarını değiştirmez. Aydınların temel görevi, geçmiş dönemden tevarüs ettikleri düşünce ve ideolojileri savunmak, kendi zamanlarına taşımaktır. Konumlarını bu sayede kazandıklarından geçmiş zamana ait ideolojilere, düşünce ve yaklaşımlara sımsıkı sarılma lüzumunu hissederler. Aydınlar bu muhafazakar tutum ve duruşlarından  dolayı kendi çağlarını eleştiremezler, sorgulayamazlar. Aydınların muhalefeti sistem-içi kavgadan, şu veya bu sınıf ya da çıkar grubu adına iktidar mücadelesinden ibarettir. Başka bir kavgaya güçleri yok. Çünkü eleştiri bizatihi entelektüel ve ruhsal bir cesarettir. Bir insanın yaşadığı çağı sorgulaması ve eleştirme gücünü gösterebilmesi için. "yıldız" olması gerekir. Zirvelerden dünyaya bakamayan nasıl her tarafı iyi görebilir ki!. Yıldız olmak ise herkese nasip olmaz. Toplum piramidinin en üst kısmında, yani tepesinde yer alanlar ise yıldızlardır. Yıldızların belirgin özellikleri, çağlarında varolan hakim düşüncelerle yetinmeyip yeni arayışlar içinde olmalarıdır.

      Şeriati'ye göre yüzyılımızın (20. yüzyıl) yıldızları şunlardır: E. Ionesco, Rene Guenon, Alex Carrel, Franz Fanon, J.Paul Sartre, Prof. Chandel, Albert Einstein, Max Planck, T.S.Eliot, Heidegger, Jaspers. İslam dünyasında ise, Ömer Mevlüd, Katip Yasin, Ömer Uzgan vb. Bunlar kendi semalarında birer yıldızdır. Biz bu listeye başta merhum Şeraiti olmak üzere, Seyyid Kutup, Mevdudi, Muhammed İkbal, Bediuzzaman, Mehmet Akif, S.Hüseyin Nasr, Malik Binnebi, İsmail R.Faruki, Nakib el-Attas, Perviz Manzur, Roger Garaudy gibilerini ekleyebiliriz