Ara dönem seçimlerinin ardından, Barack Obama ülke içinde aksiliklerle karşılaşan bir dizi ABD başkanının izinden gitme şansını bulacak. Obama ülke dışına çıkacak. Hindistan, Endonezya, Güney Kore ve Japonya’yı kapsayan Asya gezisi, şans eseri mükemmel bir zamanlamayla gerçekleşecek. Asyalı güçlerin, Amerikan gücünde giderek artan bir çıkarı var.

Sadece birkaç yıl önce Asya’da herkes, ABD’nin konu dışı kaldığından ve Çin gücünün doğuşundan söz ediyordu. Analizci Joshua Kurlantzick 2006’da şunu ilan ediyordu: “Çin’in Güneydoğu Asya’daki yumuşak gücü öyle etkili ki, ABD 2. Dünya Savaşı sonrasında ilk kez, önemli bir bölgede bir başka ülkenin kendisinden daha çekici hale geldiği bir durumla karşı karşıya olabilir.” İki yıl sonra, Singapurlu eski diplomat Kishore Mahbubani, Çin’in ‘akıllı gücü’ ve bir dizi diplomatik başarısı üzerine yazıyordu. Ona göre, ‘Batı medyası Çin’in jeopolitik zekâsının doğasını ve derinliğini takdir etmeyi başaramıyordu’.

Japonya her an ‘yeter’ diyebilir
Bütün bu gözlemlerde doğruluk payı var. Güneydoğu Asya’ya yaptığı yardımı muazzam miktarda artıran Çin, ticareti işbirliği yapan komşularına hediye verme aracı olarak kullanıyor. Ekonomilerini büyütmek isteyen Asyalı ülkeler, kıtadaki en büyük pazarla bağlar inşa etmek zorunda.

Fakat son bir yılda Çin birçok Asya başkentinde endişe yaratıyor. En dikkat çekici olay, hem Japonya’nın hem de Çin’in üzerinde hak iddia ettiği Senkaku Adaları’nın yakınında 8 Eylül’de yaşanan itişmeydi. Japon devriye gemileri, bu sularda balık avlayan bir Çin trol gemisini tutukladı. Pekin resmi kınamalarla ve bir dizi Japon karşıtı gösteri düzenleyerek veya bunlara izin vererek öfkeli tepki verdi. Japonya’ya hayati önemdeki ‘mineralleri tedarik eden Çinli şirketler nakliyatı durdurdu. Japonya’nın kaptanı bırakmasından sonra bile, Çin resmi özür talebiyle gerilimi tırmandırdı.

Hintli akademisyen D.S. Rajan, ‘Çin-Japonya tartışması: Hindistan için uyan çağrısı mı?’ başlıklı makalesinde Hindistan’ı, saldırgan bir Çin davranışı diye nitelediği durumu iyi incelemeye çağırıyor. Güney Kore’de, üst düzey siyasiler ülkelerinin en acil stratejisinin, ABD’yi bölgede devrede tutmak olduğunu anlattılar bana.

En keskin gözden geçirmeye de Tokyo sahne oluyor. Japonya uzun zamandır, Çin’le ABD’nin arasında sessiz ve çatışmadan kaçınan bir rol oynayabileceğine inanıyordu. Bu nosyon lime lime oldu. Japonya’nın önemli dış politika yorumcusu Yoichi Funabashi Çin’deki üst düzey dostlarına yazdığı mektupta, “Japonya ve Çin sıfır noktasında” diyordu. Yoichi, Çin kendi ‘barışçıl yükseliş’ doktrininin altını oyacaksa, ‘Japonya’nın da saflığı kenara bırakacağını ve Çin’le zaman kaybetmekten vazgeçeğini’ söylüyordu.

Mahbubani de bir makalede, “Çin’in balıkçı teknesi konusunda Japonya’yı boyun eğmeye zorlama kararı, Deng Şiaoping’in itidalinden vazgeçtiği anlamına geliyor olabilir” diye yazıyor. Mahbubani sonuçta Çin karşıtı bir koalisyon kurulabileceği konusunda da uyarıyor: “Japonya Çin’in yükselişini dengelemek için müttefike ihtiyaç duyarsa, yüzünü sadece ABD’ye değil, Rusya ve Hindistan’a da kolayca çevirebilir. Çin kendine fazla güvenirse, oyun Japonya lehine dönebilir.”

Clinton’a yıldız gibi
Singapur’un emektar lideri ve bir diğer Çin dostu Lee Kuan Yew de, bir Japon gazetesine şunu diyordu: “Pasifik’te denge olmalı. ABD’nin yokluğunda Japonya’yı alır, Kuzey ve Güney Kore’yi ona katar... hatta Hindistan’ı da yanlarına koyabilirsiniz. Ama Çin’i dengeleyemezsiniz. Fakat ABD bunu yapabilir.”

Çin, Japonya’yla Güneydoğu Asya Zirvesi’nde yapılması planlanan görüşmeleri geçen hafta aniden iptal etti. Zirvenin yıldızıysa ABD’yi temsil eden Hillary Clinton’dı. Çin’in yükselişini, soyut bir kavram olduğu sırada memnuniyetle karşılamak kolaydı. Bu yükseliş gerçeklik haline gelmişken, Asya’da jeopolitik ilginçleşecek. (2 Kasım 2010)

Kaynak: Radikal