Washington Monthly’nin mart/ nisan sayısında; ABD’nin, özel yüklenici harcamaları dahil, harcamaları yönetmek için federal bürokratlara ihtiyacı olduğuna ve hükümete yeterli personel alımı yapılmamasının -ki zaten yapıyoruz ve sağ istediğini elde ederse daha da fazlasını yapacağız- aslında mali açığı artırdığına dikkat çeken yeni bir makale yayınlandı. Katılıyorum.
John Gravois şöyle yazmış: “Pratikte memur sayısının azaltılması, genellikle özel yükleniciler almak veya sektörlerin kendilerini denetleyecek derin kapasiteye sahip oldukları inancına sığınmak anlamına gelir. Kulağa garip gelse de, maliyetleri anlamak için yapmamız gereken, birçok durumda daha fazla bürokrat almak ve daha iyileri için daha fazla para harcamaktır. Sayılarını azaltıp maaşlarını dondurmamak değil.”
Ve mükemmel bir zamanlamayla, iki tarafı da gözeten Savaş Dönemi Kontratları Komisyonu’ndan yeni bir rapor aldık. Irak ve Afganistan’da yeterince denetlenmeyen yükleniciler sebebiyle, on milyarlarca dolar boşa harcanmış. Rapora göre “Bu israf, dolandırıcılık ve istismarın toplam maliyetini hiçbir tahmin tam anlamıyla yansıtmasa da, açıkça milyarlarca dolara denk geliyor. Yine de hükümet yıllardır yüklenicilik sorumluluklarını ihmal etti. En iyi çözümü onların sağlayıp sağlamadığını ve onları yönetmek için gereken kaynakları göz önüne almadan, yüklenicileri varsayılan mekanizma olarak kullandı.”
Amerika politik söyleminde şöyle bir şey oldu: Hükümet görevlilerinin her zaman boş işlerle uğraştığı ve özel sektörün her zaman daha iyi olduğu mesajı sürekli tekrarlanarak söyleme işledi. Özel yükleniciler devlet işleri için tutulduklarında bile; ki bu pazar rekabetinin olmadığı anlamına geliyor. Bunların hiçbiri doğru değil. Benim deneyimlerime göre, devlet kurumları yapacak oldukça gerçek işleri olmalarına rağmen, seyrek personele sahipler ve fazla zorlanıyorlar. Ve yüklenicilerden dış kaynak temin etme deneyimi, herkes için kötü oldu. Sorun şu ki, hiçbir özel kurum, maliyetleri kontrol altında tutmak için daha fazla denetim ve gözetime ihtiyacınız olduğunu anlamak konusunda sorun yaşamaz.Ama hükümete gelince, işe yaramaz bürokrat miti devam ediyor. Elbette yükleniciler bunun bu şekilde gitmesinden hoşnutlar.
ARKA PLAN: DIŞ KAYNAK
Dışarıdaki harcamalar baskı altında
ABD’DEKİ pek çok devlet müessesesinin kaynakları azalırken, artık özel sözleşmeleri yeterince denetleyemiyor ve bazı sektörleri düzene sokamıyorlar.
Örneğin Irak ve Afganistan Savaş Zamanı Kontratları Komisyonu’nun şubatta yayınladığı bir rapor, Amerika’nın 2002’den beri özel savunma sözleşmelerine harcadığı yaklaşık 177 milyar doların onlarca milyar dolarının, yanlış düşünülmüş projelerde ve kötü planlama ve kusurlar sebebiyle boşa gittiği sonucuna vardı.
Washington Post’un Temmuz 2010’da gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, son on yılda askeri kompleks o kadar idaresi güç bir hale geldi ki “maliyetini... veya kaç kurumun aynı işi yaptığını kimse bilmiyor.”
Washington Monthly’de kısa süre önce yayımlanan bir makalede, editör John Gravois bu problemin
bir kısmını Pentagon’un, özel yüklenicileri denetlemek için daha fazla personel almamasına bağlıyor; üstelik personel sayısı,11 eylül 2001 terörist saldırılarından sonra yedi misli artırıldı. Kesintiler diğer devlet kurumlarına da, belli başlı sektörleri denetleyememelerine yol açacak kadar zarar verdi.
Gravois; finans endüstrisini denetleyen ABD Menkul Kıymetler ve Borsalar Komisyonu’nun, personelinin yüzde 10’unu 2008 finans krizinden önceki yıllarda kaybettiğine dikkat çekiyor. 2010’da Meksika Körfezi’nde gerçekleşen Deepwater Horizon petrol sızıntısını önleyemediği için eleştirilen Mineral Yönetim Servisi, her 60 küsür deniz petrol kulesi için sadece bir denetmene sahip.
Gravois şöyle yazmış: “Hükümetin pek çok bölümünde bürokrasi, daha fazla kesintinin sadece çökme için daha fazla risk anlamına geldiği tehlikeli eşiği aştı.”
Amerikalı politikacılar şu anda hükümet harcamalarında kesintiye gidilmesi konusunu tartışıyorlar ve geçici harcama hesapları hükümeti 8 Nisan tarihine kadar finanse etse de, 2011 yılı için bir federal bütçe henüz geçirilmedi.
Çok ince fikirler ancak her zaman kolay değil
2008 krizine, 90’larda Asya’da olanların yorumuna dayanan bir sistemle yaklaştım ve bu, şu ana dek olanları anlamamda işe yaradı. Bu arada, 90’lardaki olayları hesaba katmayan ekonomistler gafil avlandı.
OKUYUCULARDAN zaman zaman gelen bir soru: Ekonominin nasıl işlediği hakkındaki fikirlerimi ne değiştirir? Bununla ilgili olarak gelen bir başka soru ise olaylar karşısında bakışımı sert biçimde değiştirip değiştirmediğim.
İlk önce son soruya cevap vereyim. 1990’ların sonunda, Asya’daki olaylar sonucunda fikirlerim büyük ölçüde değişti.
O zamandan beri, kısa süre önce Uluslararası Para Fonu Başekonomisti Olivier Blanchard’ın, kurumun web sitesinde “zekice fakat kavramsal olarak basit” şeklinde tarif ettiği sistemi oldukça benimsedim. Esasen geleneksel para politikasının ekonomiyi istikrara kavuşturma görevini yerine getirebileceğini düşündüm.
Fakat Asya krizi bu geleneksel bakış üzerine yeniden düşünmeme sebep oldu. Herşeyden önce, bir pazar ekonomisinin, sadece para politikası kullanılarak dengelenemeyecek ağır finansal şoklardan zarar görebileceğini gösterdi. Özellikle, yabancı kur cinsinde büyük borçları olan ülkelerdeki kur krizlerinin etkileriyle başetmede, sermaye kontrolünün gerçek bir rolü olduğunu gördüğümü farkettim.
Ve Japon likidite tuzağı gösterdi ki; bu tip kur ve borç birimi sorunları olmadan da para politikası çekiş gücünü yitirebilir.
Asya krizinin beni daha Keynesci yaptığı söylenebilir çünkü 1930’lardaki gibi problemlerin, modern dünyada da ortaya çıkabileceğini ve aslında tüm problemleri çözmeleri için, Alan Greenspan’e veya ABD Merkez Bankası’ndaki halefi Ben Bernanke’ye güvenemeyeceğimizi gösterdi. Bu sebeple 2008 krizine, 1990’larda Asya’da olanların yorumuna dayanan bir sistemle yaklaştım ve bu sistem, şu ana dek olanları anlamamda gayet işe yaradı. Bu arada, 1990’lardaki olayları hesaba katmayan pek çok ekonomist gafil avlandı.
Fikirlerimi ne değiştirir?
Herşeyi yeni baştan düşünme kararını almamı ne sağlayabilirdi? İç kaynaklı enflasyonda bir sıçrama; bilhassa ücretlerde bir sıçrama bunu sağlardı.
Biraz şaşırtıcı ancak çekirdek enflasyon tedbirlerinde böyle bir artış oldu; fakat bu noktada, teori ile, önemli bir değişiklik gerektirecek derecede büyük bir uyumsuzluk olarak sayılmaktan çok uzak. Yani kanıtlar desteklediğinde, evet, fikirlerimi değiştirmeye hazırlıklıyım. Ya siz?
ARKA PLAN: DEPREM
Japonya’yı yeniden inşa etmek
JAPONYA; 11 Mart’ta vuran yıkıcı deprem ve tsunaminin yaralarını sararken, çok büyük boyutta bir yeniden inşa girişimiyle karşı karşıya: Hükümet, yeniden inşanın toplam maliyetinin 300 milyar dolara veya ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 6’sına ulaşabileceğini tahmin ediyor.
Zaten bu yılki GSYİH’in yüzde 9.1’i kadar bir bütçe açığı beklentisi içinde olan Japon Hükümeti, hasar görmüş bölgelerin yeniden inşası için daha fazla borç almak zorunda kalacak.
Genelde, kredilere yönelik toplam talepte böyle beklenmedik bir sıçrama, faiz oranlarının aniden yükselmesine sebep olur.
Fakat Japonya’da oranlar yükselmiş değil; hükümetin borcunu finanse etmek için piyasaya sürdüğü 10 yıllık Japon bonoları, şubattaki zirve noktalarından (yardım ve yeniden inşa girişimleri devam etmesine rağmen) çok daha düşük. Bazı ekonomistler bu durumun Japonya’nın da ABD gibi likidite tuzağına düştüğü için gerçekleştiğini iddia ediyorlar.
Normalde tasarruf yatırımla (veya kredi talebiyle) aynı düzeyde olmalı. Tasarruf daha yüksek olduğunda, faiz oranları genelde daha fazla yatırıma teşvik etmek üzere düşer. Bir ekonomi, kısa vadeli faiz oranları sıfıra ulaştığında -en düşük noktaya geldiğinde- ancak insanlar hâlâ yatırım yapmak yerine paralarını biriktirdiklerinde likidite tuzağına girer ve ekonomi krizde kalır.
Japonya likidite tuzağına ilk kez 1990’larda, muazzam bir aktif balonun patlamasının ardından girdi ve bu dönem ‘kayıp on yıl’ olarak bilinir. Japon Bankası faiz oranlarının sıfıra düşmesine izin verdiği halde, ekonomi durgunlaştı; böyle bir hamle normalde, çok borç almaya ve çok harcamaya teşvik ederdi. Geçen on yıl boyunca merkez bankası alternatif tedbirler denediyse de yatırımı canlandırmayı başaramadı.
Para politikası için tüm seçenekler tükendi ve bazı ekonomistler tsunami sonrası yeniden inşa harcamalarının ülke ekonomisinin ihtiyacı olan itici gücü sağlayabileceğine inanıyor.
NOBEL ÖDÜLLÜ İKTİSATÇI
Princeton Üniversitesi’nde ekonomi ve uluslararası ilişkiler profesörü olan Paul Krugman, 2008 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’nü aldı. 1999’dan beri The New York Times’ta köşe yazarlığı yapan Krugman’ın ayrıca bilimsel dergilerde yayınlanmış 200 kadar makalesi ve yazar veya editör olarak katkıda bulunduğu 20 kitabı var.
Kaynak: Star