Amerika, 11 Eylül saldırılarını bahane ederek, yeni küresel bir düzen kurmak için harekete geçti. Birçok gözlemciye göre, bunun planları çok önceden yapılmıştı. Fakat belli bir meşruiyet sağlamak için gerekçe yanında, bir teori de gerekliydi. Bunun bugün herhangi bir doğruluk payını taşımadığını yakinen biliyoruz. CIA, yanlış bilgeler üzerinden hareket edildiğini kabul ediyor. Uydudan trafikte seyreden arabaların plakalarını okuyabilen bir istihbarat sistemi, Saddam Hüseyin’in sahip olmadığı halde onun kitle imha silahına sahip olduğunu yanlış bilgilere dayanarak ileri sürmesi ve sonraları bu ve başka konularda ‘yeterince test edilmemiş’ bilgiler sonucu yanıltılması düşünülmez.

 

11 Eylül olaylarıyla ilgili en meşhur teori, El-Kaide örgütü ve Bin Ladin ile alakalı olanıydı. Biliyorsunuz ki bu varsayım üzerinden birçok operasyon yürütüldü ve halen de yürütülüyor. Bir diğer tez ise; küresel bir operasyona başlamak niyetinde olan ABD’nin, kendine meşruiyet zemini araması ve bu olayın, aranan zemini teşkil ettiği şeklinde özetlenebilir. Burada da iki görüş var: birincisine göre, ABD’ye karşı hâli hazırda bütün dünyada var olan öfke, ikiz kulelerin vurulmasıyla patlak verdi ve Amerika da bunu kullandı, yani zamanlama açısından denk düştü; ikincisine göre ise Amerika’da devletin içinde bulunan bazı birimler, bunu planlayıp hayata geçirdiler, böylelikle Amerika’nın aradığı bahane ortaya çıkartılmış oldu. Komplocu olmaya gerek yok, savaş kışkırtıcılığı yapan büyük medya kuruluşları dâhil, demokratların yaptığı açıklamalar ve en son CIA’nin özür beyanları bu görüşün hiç de yabana atılır olmadığını gösteriyor.

 

Bir gerçek var ki bu, esasında artık önemli olmaktan çıkmış bulunuyor. Çünkü olan oldu. Ortada olan şey, ABD’nin, 11 Eylül’den hemen sonra Afganistan’dan başlamak üzere, bütün İslam dünyasını içine alacak şekilde çok geniş kapsamlı bir operasyona girişmiş olmasıdır. Irak’ta yaklaşık 1 milyon insan hayatını kaybetti, asgari 1,5 milyon insan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, yaklaşık 1 milyon Iraklı da kendi ülkesinde göçmen/mülteci durumuna düştü. Bu operasyon, 21.yy’ın yeniden şekillendirilmesini sağlayacak niteliktedir ve çok önceden planlanmıştır. 

     

Tabii ki 11 Eylül olaylarına ve ABD’nin İslam dünyasında iki önemli ülkeyi işgal etmesine, bütün dünyayı etkileyecek önemli bir sistem kurgusunun ilk habercisi gözüyle bakmak lazım. Şimdilik dünyamızda görünürde tek kutup var, fakat potansiyel çok kutup söz konusu. Ne var ki bu potansiyel kutuplar arasında denge yok. Dünyamızda ‘hiç denge’ var. Potansiyel kutuplar nedir? Avrupa Birliği, Bağımsız Devletler Topluluğu, Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan. Bunlar kendi içlerinde bir bütünleşme sağlayabilmiş potansiyel kutuplar ya da kutup adayları. Ancak şu anda bütün dünyanın ekonomik gücü, ABD tarafından temsil edilmektedir. Çünkü ABD, hem ekonomik açıdan, hem askeri bakımdan çok güçlü durumda. 2.5 milyonluk bir ordusu var. Savunma için, kendisinden sonraki 20 ülkenin harcamalarının iki katını ayırabiliyor.

     

ABD, dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışıyor. 1991’de, baba Bush “100 sene sürecek yeni bir dünya düzeni kurmak üzere harekete geçtik”, demiştir. Düzen Ortadoğu’da kurulacak. Yani, Ortadoğu bir merkez üs olarak görülüyor. Ortadoğu’ya bu, üçüncü büyük müdahale sayılır. İlk büyük müdahale 1798, Napolyon’un Mısıra gelişidir; ikincisi 20.yy’ın başlarında Birinci Dünya Savaşıyla gerçekleşti. Üçüncü şekillendirme hareketi de işte şu an bahsettiğimiz operasyondur. Bu duruma böyle bütüncül bakmak gerekir. Sorun, aslında basit anlamda, İsrail-Filistin yahut Lübnan ya da İsrail ile İran-Suriye arasında ya da Türkiye ve PKK arasında bir sorun değildir. Sorunun hem bölgesel, hem küresel boyutları vardır. Büyük Ortadoğu Projesi adı verilen bu proje, siyasi rejimleri değiştirmeyi amaçladığı gibi, siyasi haritalar üzerinde sınırları da değiştirmek istemektedir.