Kadim hikmet ve tefekkür havzalarında riyazetin önemli addedilmesinin sebebi insan ruhunun içine girdiği beden hapishanesinden, ölmeden önce kurtuluşunu sağlamaktır. Bazı geleneklerde, bu bedenin neredeyse ölümüyle sağlanabileceğine inanılır (Hint çilecilerinde olduğu gibi), bazılarında ise dengesi iyi ayarlanmış riyazet sayesinde. Bedenin hafif olması, zihin ve ruhun aktif olmasını sağlar; beden ağırlaştıkça ruhsal duyuş ve zihni tutumlar da hantallaşır. Bunu elbette sadece vücudun kilolarıyla, yani salt şişmanlıkla ölçmemek lazım; öyle çok yiyiciler var ki, zayıftırlar. Kastedilen iştih ve şehvetin ruha ve zihne musallat olması, bedeni her daim istekli kılmasıdır.
Hint çilecilerinde bedeni öldürme teşebbüsü esas iken, modern Batı kültürü nefsin istek ve tutkularını, bedensel iştah ve şehveti azdırma esastır. Sistem bunun üzerine oturur. Denge halini İslamiyet getirmiş, tarif etmiş ve sınırlarını tayin etmiştir. Bu yüzden mesela Peygamber Efendimiz (s.a.)’e göre yaşamak için yemek zorundayız, ama yaşamamızın sebeb-i hikmeti Allah’a ibadet etmek, ilahi isim ve sıfatları kendimizde tecelli ettirmektir ki, beden gıda almadan ayakta duramaz. Başlangıç için –ki halkın ezici çoğunluğu bu başlangıç aşamasında kalır ve çoğunluk için de bu iyi bir haldir- mideyi üçe ayırmak gerekir: bir bölümünü yemek, bir bölümünü su ile doldurmak, bir bölümünü boş bırakmak lazım. Çoğalmamız için evlenmek zorundayız, herkes kat’i cinsel perhize girecek olsa insan nesli devam etmez, bu meyanda Efendimiz (s.a.)hem evlenmiş, evliliği sünneti olarak vaz’etmiş, hem “Evlenin, çoğalın, sizinle ahirette övüneyim” buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz, bir yandan ilim ve ibadete ağırlık vermiş, bir yandan nefsinin hakkını vermiştir. Beden bağlamında Allah’ın hakları ile nefsin meşru hakları arasında çatışma yoktur. Bunu sünnete bağlı olarak yaşadığımız zaman dengede tutarız.
Peygamber sünnetinin farkında olan Afrikalı sufiler, günlerini üç bölüme ayırmışlardır: Sekiz saat ilim ve ibadet, sekiz saat maişet için üretim ve sekiz saat istirahat. Örnek aldığı peygamberleri –haşa- asalak/tufayli olmayan bir ümmetin mensupları da asalak yaşamazlar, üretime katılırlar, insanların hayatına maddi ve sosyal değerler katarlar.
Efendimiz (s.a.), zekât kabul etmemiş, kendi el emeğiyle geçinmeye çalışmış, hatta oturduğu yerden hanımlarına yük olmamış, çevresini etrafını kendisi temizlemiştir. Hadis ve siyer kitaplarının kaydettiğine göre kendi söküğünü kendisi dikmiş, aynı zamanda gündelik hayata, üretime katkıda bulunmuş, insanların sosyal hayatlarının iyileşmesi için müdahil olmuştur.
Bununla beraber Peygamber Efendimizin hayatında derin bir maneviyatın esaslı bir yer işgal ettiğini unutmamak lazım. O miraca çıkmış ve oradan tekrar yeryüzüne inmiştir; fakat gönlü, ruhu, zihni orada kalmış ve dünyaya da o hikmet perspektifinden bakmıştır.
Peygamber Efendimizin bir özelliği de şudur: Tarihte bazı peygamberlerin siyretinde Allah’ın cemal, rahmet sıfatı tecelli etmiştir. Hz. İbrahim’in, Hz. İsa’nın hayatına baktığımızda Allah’ın rahmet ve cemal sıfatlarının tecelli ettiğini görüyoruz. Bazı peygamberlerin siyretinde ise celal sıfatı tecelli etmiştir; Hz. Musa’nın Hz. Nuh’un siyretinde olduğu gibi. Mesela Hz. İbrahim, Kuran’da da geçen duasında şöyle diyor: “Yarabbi kim bana tabi olursa bendendir, kim de bana karşı gelirse şüphesiz Sen Gafursun Rahimsin.” Hz. İbrahim onlara bir ceza öngörmez. Hz. İsa da teslise inanan kullarını söz konusu ettiği zaman der ki: “Yarabbi onlara azap edersen şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen azizsin hâkimsin.” Onlara bedduada bulunmuyor.
Fakat Hz. Nuh beddua eder ve şöyle der: “Allah’ım bunların nesillerini kurut, çünkü bunlar facir ve kâfir çocuk doğuruyorlar.” Hz. Musa da öyle bir anında bunalıyor ki, bedduada bulunuyor. Peygamber Efendimizin hayatında, daha doğrusu sünnetinde ve siyretinde, yer yer celal ve rahmet sıfatı, yer yer de cemal sıfatı tecelli eder. O hem bir rahmet hem bir savaş peygamberidir. Din kemale erdiği gibi varlığın zahir ve batın, celal ve cemal boyutu da artık onun hayatında tecelli etmiştir.