Sınırdışılar dün başladı. İki uçak, 93 Roman yolcuyla beraber Fransa’dan Bükreş’e uçtu. Ağustos sonuna dek 700 Roman’ın sınırdışı edilmesi bekleniyor. Ve ülkedeki 300 yasadışı Roman kampı üç ay zarfında yıkılacak. Fransız hükümetinin sınırdışılarla ilgili açıklaması, kampların insan kaçaklığı, fuhuş ve suç üssü haline geldiği yönünde. Fakat bu politikayı eleştirenler daha çirkin bir sebebe işaret ediyor: Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dikkatleri, yönetiminin etrafında dönen yolsuzluk iddialarından başka yöne çevirme umudunda.
Bu doğruysa, ortada yeni bir şey yok demektir. Göçmenler, bilhassa ekonomik zorluk dönemlerinde, kendilerini sık sık günah keçisi olarak bulur. Ve Fransa bu bakımdan hiç yalnız değil. İtalyan devleti de birkaç yıldır Roman göçmenleri taciz ve sınırdışı ediyor.
ABD’de, Arizona eyaletinin kabul ettiği ve polise Meksika’dan gelen yasadışı göçmenler olup olmadıklarını saptamak için insanlardan kimliklerini göstermesini isteme hakkı veren yasayla ilgili mücadele kızışıyor; karşıtları, yasanın ırksal tektipleştirmeye varacağını söylüyor.
ABD’de yasadışı göçmenlerin çocuklarıyla ilgili kaygılar, Cumhuriyetçi çevrelerde bazılarının, Amerikan topraklarında doğanlara vatandaşlık veren anayasa maddesinin iptal edilmesini önermesine yol açıyor. Bu arada Avusturalya seçimindeki iki aday, Başbakan Julia Gillard ve muhalefetteki Liberal Parti’nin lideri Tony Abbott, ‘tekne insanlarına’ (sığınma aramak için deniz yoluyla Avustralya’ya gelen çaresiz insanlar için kullanılan tabir) karşı kimin daha sert tutum alacağı konusunda yarışıyor.
Bütün bunlar ikiyüzlülüğün şahikası. Avustralya’da Gillard ve Abbott’un kendileri göçmen; başbakan Galler, muhalefet lideriyse Londra doğumlu. Sarkozy’nin babasıysa, 2. Dünya Savaşı’nın arifesinde Fransa’ya kaçan bir Macar aristokratıydı. İkiyüzlülük siyasetçilerle de sınırlı değil. Ekonomik açıdan en ileri ülkeler (en çok da Avustralya ve ABD) göçmenlerle zenginleşti. Böyle ülkelerin vatandaşlarının, onların yolundan gitmek isteyen (ki tarih bu yolun hem göçmenlere hem de ev sahibi ülkeye fayda getirdiğini gösteriyor) insanlara yüz çevirmesi gerçekten de moral bozucu.
Ancak ne kadar nahoş olsa da, bu kamuoyu baskıları birer gerçek. Buna karşı koymak için ne yapmalı? Ekonomik büyümenin geri dönmesi yardımcı olacaktır. İnsanlar ekonomik güvensizlik hissettiğin-de, az göçün daha fazla refah anlamına geldiğine dair yanlış düşünceyi işleyen demagoglara çok daha fazla kulak veriyor.
Fakat esas tepki siyasi olmak zorunda. Demokrat liderler yabancı düşmanı dürtüleri kaşımak yerine, onlara karşı sağlam durmaya hazır olmalı. Göç nedeniyle kamu hizmetleri üzerinde baskıların artmasına dair haklı şikâyetlerin olduğu yerde, yükü hafifletmek için harekete geçmeleri gerekiyor. Fakat bu bizzat göçmenleri cezalandırmak veya taciz etmekle karıştırılmamalı. Siyasetçilerin seçmenlerine, göçmenlerin becerileri ve emekleriyle, ekonomilerimizin tekrar sağlığına kavuşması için vazgeçilmez olduğunu izah etmeye hazır olması da gerekiyor.
Üzüntü verici olan, Britanya’nın bu konuda iyi bir örnek oluşturduğunu söylemenin mümkün olmaması. Kendi hükümetimiz de ülkede girebilecek göçmenlerin sayısına yıllık bir sınır getirme niyetinde; üstelik kendi ekonomi gözlem kurumu olan Bütçe Sorumluluğu Dairesi’nin bunun büyümeyi muhtemelen kısıtlayacağını söylemesine rağmen.
Küresel ekonomi hâlâ zayıf ve yabancı düşmanlığı dünyanın her köşesindeki demokrasilerde hatırı sayılır bir güç olmayı sürdürecek gibi görünüyor. Sorumlu siyasi liderlerin, vatandaşlarına sorunlarının sebebinin göçmenler olmadığını açıklayacak cesareti toplaması lazım. (Başyazı, 20 Ağustos 2010)
Kaynak: Radikal