Brüksel’de toplanan AB liderlerinin birliğin dış ilişkilerini iyileştirmenin yanı sıra daha etkin ve uyumlu bir dış politika geliştirmenin yollarını masaya yatırması gerekiyordu. Zamanlarını Romanları tartışmaktan daha iyi konulara vakfetmiş olsalar gerek. Konu gündemde bile değildi.

Fakat kriz dönemlerinde politika böyle yapılır. Fransa’da ve Avrupa Komisyonu’nun adaletten sorumlu üyesiyle atışan Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye destek çıkan tek ülke İtalya’da, seçim sandığı hükmünü ilan ediyor ve haliyle hem korkanların hem de önyargılıların oylarını avlamak gerekiyor.

Sarkozy’nin, Komisyon’un adaletten ve temel haklardan sorumlu üyesi Reding’i ‘Romanları yanında Lüksemburg’a götürmeye’ davet etmesine neden olan tartışma, komisyon üyesinin Fransa’nın Romanları kitlesel olarak sınırdışı etmesini Nazi Almanya’sının politikalarıyla kıyaslaması üzerine patlak verdi. Nazilerle kıyaslama bir bakıma doğruydu: Romanları topluca sınırdışı muamelesine tabi tutmak, Hitler’in Romanları ve Yahudileri hedef alması ya da herhangi bir hükümetin bir grubu bir bütün olarak günah keçisi ilan etmesi kadar vahim bir durum. Ancak bir yanıyla da yanlış bir kıyaslama. Üstün ırk ve aşağı ırka dair çılgın fikirlerinden ilham alan Hitler, kültürel olarak farklı bir azınlığa saldırmıştı.

Sarkozy ve İtalya Başbakanı Berlusconi’yse yeni göçmenlerin en yoksul ve zayıf olanlarını, popüler önyargıya dayanarak sınırdışı ediyor. Hangi motivasyonun daha aşağılık olduğunu bilmek zor. Romanlar 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ciddi biçimde değişti.

Onlara dair popüler kanı hâlâ göçebe oldukları yönünde, fakat Doğu Avrupa’daki komünist rejimler onları yerleşikliğe zorladı. Komünizmin çöküşü garantili işlerin, evlerin ve okulların (bunlar, kendilerine nispeten istikrar ve entegrasyon sağlamıştı) sonunu getirdikten sonra tekrar yollara düştüler.

Hitler Romanları, Aryan olmayan değerlere ve hayat tarzlarına sahip oldukları, bu da ırkçı Almanların hiç hoşuna gitmediği için hedef bellemişti. Bugün Avrupa Romanlarının büyük çoğunluğu modern dünyanın kendilerine dayattığı hayatları yaşıyor; yoksul kamplarından keman sesleri falan yükseldiği yok.

Pek çoğu çoktan ana akımın içinde kaybolmuş durumda, çünkü birçok ülkede bir iş veya bir ev sahibi olmanın tek yolu ‘Çingene’ etiketini söküp atmak. Sarkozy ve Berlusconi tarafından şu an sınırdışı edilenler, Doğu Avrupa’nın komünizm sonrası çöküşüyle ellerindeki güvenceleri kaybeden ve hayatta kalma şanslarını daha yüksek gördükleri ülkelere taşınanlar. En yoksuldan da yoksullar, üstelik sırtlarında da ayrımcılığı garanti eden bir damga taşıyorlar. Böylesine bahtsız kurbanlardan siyasi rant elde etmeyi umanlar utanmalı. (Başyazı, 17 Eylül 2010)

 Kaynak: Radikal