Anayasa tartışmaları sükûnete kavuşmuş gibi görünüyor sonunda. Şimdi, akl-ı selîmle hareket ederek, doğru mecrasına girme eğilimindeki bu tartışmaya her kesimin katkı yapma vakti. Özellikle ülkenin 'ana damar'ını teşkil eden çevreler, talep ve iddialarının yeni anayasaya yansıması için etkili bir eylem planı yapmalı ve stratejik adımlarla toplum bünyesine en uygun anayasaya kavuşmak için sonuna kadar mücadele etmeliler.

           

Bu mücadelenin baştan akamete uğraması için bazı odakların anayasaya giden yolu tuzaklarla doldurduğu da bir gerçek.

           

Nedir bu tuzaklar?

           

Sapanca'da son halini alan taslağın, Cumhuriyet tarihinde ilk defa toplumun tüm kesimlerinin her yönüyle tartıştığı bir anayasaya ulaşma fırsatını ortaya çıkarmış olmasıdır.  Ancak, reaksiyoner bir mantıkla ve 1982 anayasasının revizyonu amacıyla hazırlanan taslak bu haliyle hastalıklıdır. Bu taslağı geliştirme ve tenkit etme amacıyla yapılan her çalışma da maalesef aynı hastalıkla malûl. Yeni bir anayasa yapmaktan ziyade, eskisini revize etme niyetiyle yapılan anayasa tartışmalarının ise özlenen bir sonuca ulaşması hayal! Bu birinci tuzak… Bu tuzağa düşmemek için yapılması gereken ise şudur: İdeal, hak edilen anayasa her ne ise, daha önceki anayasal düzenlemeler temel kabul edilmeden ancak menfî tesirleri de gözardı edilmeden onu yapmak ve uygulamaya geçmesi için gayret etmektir.

 

Reaksiyoner değil, aksiyoner; pasif değil proaktif bir harekât planını icrâ etmektir.  

 

İkinci tuzak ise şu:

 

Dillere pelesenk edilen illetli bir cümle var: "Türkiye'nin kendine özgü şartları vardır." Bu retorik, kirli bir tuzak! Neymiş efendim bu 'kendine özgü' şartlar?  Bu şartları kim tesis etmiş? Bu şartlar neyden ve kimden meşrûiyetini almaktadır? Bu sorulara cevap veren yok! İşin acı tarafı, söylene söylene bu 'yalan'a inananların da artmış olması. Bundan dolayı, tartışmaya katılan kimi çevrelerde haklı talepleri bile dile getirirken bir tedirginlik, bir korkaklık hâli hâkim oluyor. Söz gelimi din eğitimi ve kılık kıyafet serbestliği konularında hâlâ mağdur kesimlerde bile 28 Şubat reflekslerinin olması şaşırtıcı. Şaşırtıcı olduğu kadar da travmatik! Bu reflekslerinden ve Türkiye'ye özgü şartlar masalından dolayı sanki bu taleplerin toplumda karşılığı yokmuş gibi pasif ve defansif bir tavır içerisine giriyorlar. Toplum adına hareket eden sivil toplum kuruluşları bile aslında toplumun taleplerini dile getirmek yerine toplumu dizayn etme hevesindeki toplumun 'ana damar'ına savaş ilan etmiş odakların ekmeğine bilmeden yağ sürüyorlar. Bu karanlık tuzağa karşı yapılması gereken de gayet açık ve basittir: Gözlükleri değiştirip, ezberleri bozmak... Toplum vicdanının neyi terennüm ettiğini iyi bilip her ne pahasına olursa olsun, Türkiye'ye özgü tek şartın milletin 'ana damar'ında ne varsa o olduğu gerçeğini görüp, bilip, anaysayı ona göre hazırlamaktır. Aksi, yamalıklı-yırtıklı, vücudun çoğu yerini açıkta bırakan uyduruk yeni bir elbiseye razı olmak demektir ki buna hiç de ihtiyaç yoktur.

 

Gelelim üçüncü tuzağa…

 

Psikolojik harp taktikleri, büyük bir ustalıkla anayasa tartışmalarında alabildiğine insafsızlıkla kullanılıyor. Anayasa gündemi, bu harbi icra edenlerce sun'î maddelere kilitlenip, bozuk sistemin köşe taşlarına dokunulması engellenmeye çalışılıyor. Asıl oynatılması gereken taşlar, berhevâ edilmesi gereken barikatlar gözden kaçırılıp münazaralar bildik sahalara çekilmeye çalışılıyor. Böylelikle sistemin asıl sakat taraflarına müdahale edilmesi ve iktidarın korunaklı odalarına girilmesi önlenmek istenmekte. Görünür yerlerde "Yaşasın Cumhuriyet!" sloganları atıp kapalı kapılar ardında "Bürokratik istibdat hiç bitmesin!" diye her fesat plan devreye konuluyor. Bu tuzağa düşmemek gerek! Ülkenin önünü tıkamak ve 'eski tas, eski hamam, eski tellak' taraftarlarının belirledikleri sun'î gündem sahalarına itibar etmeden, psikolojik harbin kirli oyunlarını görerek, sağduyulu ve vakur bir edayla, 'ön alarak' meşrû ve haklı bilinen davalarda sonuna kadar gitmek gerek.   

 

Bunlar, yeni anayasa yolundaki pekçok tuzaktan sadece üçü. Hayırlı işlerin çok muzır manileri olur. Hak ve meşru davalarda pek çok müfsid ve şerli tuzaklar kurulur. Mühim olan tedbir ve teyakuzu elden bırakmadan samîmî bir şekilde mücadele edip en iyi neticeyi hakedebilmektir.

 

Ümidimiz o ki, tarih, önümüzdeki zaman dilimini yazarken bu tuzakların nasıl yerle bir edildiğini yazar.

 

 

[email protected]