Acaba "çökecek" değil de "çöktü" mü deseydim? Görünen köy için kılavuza ne hacet! Buna rağmen birilerinin çıkıp da "Aman efendim yine medeniyetçilik yapmayalım, medeniyet taassubu içinde olmayalım!" demesine aldırmayın siz! Zira ortada bir hakikat varsa onun farkında olmak gerek. Bu memleketin evlatlarının kalbinden hakiki medeniyetin kodları silinmeye çalışıldığı için çok şeyin farkında değil şimdi. Nasıl ki bir askerimiz şehit olunca ciğerlerimiz dağlanıyor, ulvî bir hüzne gark oluyorsak en az bunun kadar kederlenmemiz gereken gerçek, çocuklarımızın belleklerinin boşaltılması ve ellerindeki elmasların çalınmaya çalışılması olmalıdır. Çünkü şehîdin dünyasına bedel, zihinleri köreltilmiş nesillerin ebedî hayatları mahvoluyor! Çökmüş bir medeniyetin kokuşmuş bâtıl formülleriyle dertlerine deva arıyorlarsa bu ülkenin çocukları, "Uyanın artık! Medeniyetinize sahip çıkın! Kurtlanmış bir ceset yığını gibi dünyanın önünde duran Batı medeniyetinden medet ummayın!" diye haykırmak gerek!
Evet, sır burada: Gözlükleri değiştirmek, nazarları tazelemek vakti. Küçük su birikintilerinden büyük bir havuza hatta denize inkılap etmek yahut. Bir vasıta ile yeterince yükselip hadiselere geniş bir açıdan bakmak veya…
Burada bir noktanın da altını çizmek gerek: Batı medeniyeti tamamen kötüdür, eksiktir, bâtıldır toptancılığı da doğru değil. Bir medeniyetin kötülükleri güzelliklerine galip geliyorsa o zaman o medeniyet insana saadet vermez ve kötü olur. Yoksa her medeniyetin güzellikleri illâ ki vardır. Medeniyetlerin güzellikleri insanlığın ortak malıdır.
***
"İnsanlık her şeyini Hz. Muhammed'e (s.a.v.) borçludur" cümlesiyle muasırlarını hayrette bırakan Batı dünyasının gelmiş geçmiş en büyük edîbi olarak kabul edilen Wolfgang von Goethe (1749-1832), "İçimde iki ruh üstünlük için çekişiyor" der. Elhak doğru, içimizde de dışımızda da bir medeniyet harbi veya yarışı olduğu muhakkak. Siyaset bilimci Leslie Lipson bu yarışın sonucuna göre yeryüzünün ya cennete, ya da cehenneme dönüşeceği kanaatinde. "Uygarlığın Ahlâkî Bunalımları / Manevî bir erime mi? Yoksa ilerleme mi?" başlığı ile Türkçe'ye tercüme edilen çalışması bir iyi niyet mahsulü. (İş Bankası Kültür Yay., Ağustos 2003, Terc: Jale Çam Yeşiltaş) Sonsözünde niyetini açık etmiş Lipson ve Fransa'yı ikiye bölen Dreyfus olayında suçlanan memuru savunan ünlü romancı Emile Zola'nın cenazesinde Anatole France tarafından söylenen şu sözü nakletmiş: "İnsan vicdanında öyle bir andı o." Ve eklemiş: "Biz, bu nesil, yeni bir bin yılın başlangıcını insan vicdanında öyle bir an yapamaz mıyız?"
Neden olmasın? Lipson Batı medeniyetinin günahlarını iyi niyetle ortaya dökerken cesaretle yel değirmenlerine hücum eden Don Kişot gibi. Ama olsun, Batı'nın kebâir cürümlerini ifşâ eden kaç insaf ehli kaldı?
Tam da çalışmasının ortasında bir terazi kuran Lipson, Batı medeniyetinin iyiliklerini bir kefeye, kötülüklerini diğer bir kefeye yerleştirmiş ve tartı neticesini okuyucuya bırakmış. Artılar kefesinde kadınların özgürlüğünden, küresel bilgi alışverişine, yoksulluğun azalmasından, barış hareketlerine kadar bir dizi züğürt tesellisi kabilinden maddeler var. Diğer eksi kefede ise ırkçılık, bencillik ve açgözlülükten çevre kirlenmesine, otoriter rejimlerden savaşlara ve teröre kadar yine eksik kalmış ama kabarık bir sabıka listesi mevcut. Lipson bile insafta "bir yere kadar" deyip kitabında uzun uzadıya işlediği ahlâkî çöküntüyü, âile müessesesinin hâlini listeye almamış. Bu hâliyle bile seyyiâtı hasenâtına galip gelen Batı medeniyetinin insanlığa huzur vermediğini gören Lipson, yeni bir 'rönesans'ın izlerini sürüyor… Âmiletün nâsibetün!
Toynbee gibi eurocentric bir kafanın bile hakkını verip "dünyada bugüne kadar görülmüş en aydınlatıcı tarih morfolojisi yorumcusu" diye tavsif ettiği İbn-i Haldun, insana benzettiği devletlerin ve toplumların ömürlerini 120 yıl (üç nesil) ile sınırlandırır ve bu sürenin bağlılık ve dayanışmanın kuvvetine göre artabileceğini ifade eder.
Doç.Dr. Abdulbaki Güneş, "Kur'ân Kıssaları ve Medeniyetlerin İnşâsı" isimli eserinde Kur'ân'daki kıssalarla peygamberlerin medeniyetlerin inşâsında nasıl pişdar ve muallim olduklarını vukufiyetle incelemiş. (Gündönümü yay., İstanbul, 2005.) Doç. Güneş'in aynı meselede 80 sene önce müstakil bir risâle telif eden (Bkz. 20.Söz'ün İkinci Makamı) Bediüzzaman Hazretleri'nden istifade etmesi ise, İlâhiyât camiasındaki duyarsızlığa nispeten ilmî bir tâlih. Müellif, eserinin ikinci bölümünde Kur'ân'dan ilhâm ile medeniyetlerin çöküş sebeplerini şöyle sıralamış:
1.Peygamberleri yalanlamak,
2.Mucizelere inanmamak,
3.Zulmün yaygınlaşması,
4.Fesâdın yaygınlaşması,
5.Allah'ın nimetlerinin değiştirmek,
6.Nimete karşı nankörlük,
7.İlâhî emirlere muhalefet etmek,
8.Dini emirlere karşı hileye başvurmak,
9.Günahın yaygınlaşmasına kayıtsız kalmak.
Bu dokuz maddeye göre Batı medeniyetini mihenge vurmak ve tevhîd inancına dayalı, kolay anlaşılabilir, saf ve kuşatıcı İslâm medeniyetinin sıçrama ve terakkî ihtimalini tahlil etmek bir başka zamana kaldı. Gelin o vakte kadar tefekkür dünyamızda bunları iyice yoğuralım.