"3. Uluslararası İnsani Yardım Kuruluşları Kongresi", 8-9 Eylül 2007 tarihinde (dün ve bugün) İstanbul'da gerçekleştirildi. Kongrenin konusu, "Terörle Mücadele ve Sivil Toplum Örgütlerin Durumu." Kongreyi 10 Ocak 2002 tarihinde Paris'te kurulan, Dr. Haytham Manna başkanlığındaki "Uluslararası İnsani Yardım Kuruluşları Bürosu" (IBH) (www.humanitarianibh.net) düzenledi. Dünyada çatışma ortamlarındaki kötüye gidişin durdurulması, insani yardımlardaki azalmanın sona erdirilmesi için stratejilerin belirlenmesi ve insani yardım alanında çalışanların güvenliğinin yeniden tesisi için yapılan kongreye El-Cezire'nin Lübnan ofis müdürü Ghassan Ben Jeddou, İngiltere'den Robert  Fisk, Tunus'tan Moncef Marzouki, Mısır'dan Nader Ferjani, Lübnan'dan Leila Ghanem, Paraguay'dan Hugo Diaz,  gibi isimler katıldı.

           

IBH, Doğu'dan, Batı'dan, laik ve dindar kesimlerden 160'ın üstünde kuruluşu bünyesinde barındırmayı başarmış. Yönetim kadrosunda 10 ülkenin temsilcisi bulunan bu organizasyon, Belçika, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya ve Hollanda'da hapse düşen hayırseverlerin, işten çıkarılanların işlerine dönmesi, rehinelerin kurtarılması ve 9 insani yardım derneğinin yeniden aktif hale gelmesini sağladı. Halen daha Afganistan, Guantanamo ve Irak'ta tutulan sivil toplum örgütlerinden 23 rehine ile bazı tutukluların dosyalarıyla ilgilenmekte. Şu anki Amerikan yönetiminin öncülüğüyle İslam Dünyasındaki insani yardım çalışması yapan STK'lara karşı sürdürülen baskının durdurulması için çaba gösteriyor.

  

İnsani yardım kuruluşlarına karşı yapılan saldırılar IBH'ın asıl çalışma sahası. ISAF barış gücünün kaybettiğinin 3 katı kaybı, 2006 yılında insani yardımlar alanında gerçekleşti. Irak'taki sivil toplum örgütlerinin can kaybı, oradaki gazetecilerin can kaybıyla aynı oranda. Artık sadece doğal veya insani kaynaklı bir felakete karşı yapılan her mücadele, doğrudan veya dolaylı olarak ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmak anlamına gelmekte. Beş üyesi öldürüldükten sonra 2003 ilkbaharında önce Irak'tan sonra da 2004 yazında Afganistan'dan çekilmek zorunda kalan Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü'nü hatırlayalım. Bunun yanı sıra 2001 yılından beri aynı örgütün Filistin'de yaşadığı kriz, bizlere Avrupalı birçok örgütün çatışma alanlarından geri çekildiklerini göstermekte.

***

  

'Terörle mücadele' 11 Eylül hadiselerinden sonra sadece Batı'da değil, İslam ülkelerinde de Müslüman kişi ve kuruluşlara karşı yapılan karalama ve saldırılarda kullanılan bir bahane oldu. Bu bir aldatmaca! 'Terörle mücadele' adı altında 'İslamofobik terörizm' uygulanıyor! İslamofobik yayınlarla desteklenen süreç çok tehlikeli boyutlara ulaşmış durumda. Artık kimi çevrelerde Müslümanlar lehinde yayın yapan medya kuruluşları, fakir ve felaket bölgelerine yardım yapan insani yardım kuruluşları hatta sakallı ve çarşaflı sıradan insanlar bile kolayca terörist damgası yiyebiliyorlar. Mesela, bugüne kadar 30'a yakın insani yardım alanında çalışma yapan sivil toplum kuruluşu terör örgütlerine yardım, yataklık ve finans sağlamakla suçlanmışsa da Müslümanlara ait olduğu düşünülen insani yardım kuruluşları "beraatleri kanıtlanıncaya kadar temelde suçlu" kabul edilmiştir. Niçin tutuklandığını bilmeyen birçok insanın hâlâ Guantanamo'da bulunması ise bu anlayışın bir diğer sonucu.

  

Bütçesi 40 milyar doları aşan 11 istihbarat teşkilatı ile, İslam alemini karış karış mercek altına alarak, politikalarına zemin hazırlayan ABD merkezli ve neo-con maskeli örgütler dünyayı savaş alanına çevirmekle yetinmiyorlar; dünya kamuoyunun düşünce şeklini ve bakış açısını da kontrol etmek isiyorlar. 'Terörle mücadele' bu çevrelerin son yıllarda buldukları sihirli kelimelerden sadece bir tanesi. Bu sihirli kelimeye hizmet etmeleri için sadece kendi medya organlarında olumsuz yayın yapmıyorlar; İslam ülkelerinde onlarca gazete ve televizyon açtırarak yahut destekleyerek, pekçok STK'yı finanse ederek, yüzlerce gazeteci ve köşe yazarını fonlayarak Müslüman kamuoyunu psikolojik savaş teknikleriyle yönlendirmeye çalışıyorlar. İşbirliği içerisinde oldukları İslam ülkelerindeki yöneticeleri İslam karşıtı politikalar yapmaya zorluyorlar. Bu yayınlar ve politikalar özellikle Batıda pekçok Müslümanı içinde bulunduğu topluma yabancılaştırıyor yahut inançlarını yaşamakta cesaretsizleştiriyor; "Acaba bana terörist (mürteci) derler mi?" düşüncesi ile başbaşa bırakıyor. Despotizmle mücadele adı altında adım adım 'küresel despotizm' rejimi tesis ediliyor!

  

Bütün bu hadiseler, Müslümanları, aslında yeni bir açılım yapmaya zorluyor. Yanlış temsil sorunları, eksik tebliğ usulleri, profesyonel medya organlarının olmaması, bölgesel, mezhepsel veya ırkî tarafgirlikler, ittihad anlayışındaki zayıflıklar gibi tespitleri yapma ve yeni dönemde silkinerek yeniden uyanma ihtiyacı artık gündemin esas maddeleri olmak zorunda.      

***

  

'Küresel despotizm' sadece Arap âlemine, İslam ülkelerine veya Müslümanlara zarar vermiyor. Marzouki'nin belirttiği gibi Batı insanı da büyük bir aldatmacaya kurban ediliyor. 'Terörle mücadele' yahut 'özgür toplum' adı altında Batı şehirleri büyük ve açık hapishanelere dönüşmüş durumda. Her metrekareye yerleştirilen kameralarla, büyük kafersler oluşturmakla ve devamlı güvenlik uyarı ve alarmlarıyla şehirler birer 'korku şehir' haline getiriliyor.

  

Mısırlı Dr. Nader Ferjani'ye göre bu operasyonu ABD yönetiyor. 'Terörle küresel mücadele' tüm insanlığa hizmet ediyor denilse de aslında ABD'nin dünyadaki etkinliğini artırıyor ve belli bir zümreye hizmet ediyor. ABD kendi çıkarlarını korumak için istediği bahanelerle istediği herşeyi yapıyor. Terörle mücadele konusunda kendisini tüm dünyanın sözcüsü gibi gören ABD, istediği ülkeye savaş açıyor, istediği yerde operasyon yapıyor. Terörle ilgili çıkartılan kanunlar, hem özgürlükleri yerle bir ediyor hem de Müslümanları temel haklarını kullanmada önemli kısıtlamalar getiriyor. Casusluk, işkence, istihbarat araçları özellikle Müslümanlara karşı sınır tanımadan kullanılıyor.

 

***

 

'Küresel despotizm' anlayışı, kasıtlı ve sinsi politkalarla dalga dalga dünyaya yayılıyor. Asıl tehlike bu! Bu anlayışa karşı kürsel bir anti-tez geliştirilmez ve küresel bir karşı duruş sergilenmezse dünya büyük bir 'polis-dünya'ya dönüşecek. Bu noktada, İslam dünyasındaki tüm çevrelere ve aktörlere büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Batının yaşadığı 'güvenlik-özgürlük' paradoksuna karşılık İslam dünyası 'izzet-zillet' imtihanını veriyor. Bu imtihanı başarı ile tamamlamak için, ezberleri bozup, dağılan tespih tanelerini istikametli, sağlam bir ipe dizmek ve İslam dünyasının ittihadı için stratejik mekanizmalar tesis etmek şart.    

 

[email protected]