WASHINGTON - Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Washington'da ABD Başkanı Barack Obama'ya konuk olması, Türkiye'nin dış politikasını yeni bir zemine oturttuğu, bölgesinde izlediği aktif diplomasiyle sadece komşularıyla ilişkilerini geliştirmekle kalmadığı, kısa bir süre içinde bütün dünyanın ilgi odağı haline geldiği bir dönemde denk geliyor. Erdoğan ile Obamanın gündemi Türk-Amerikan ikili ilişkileri ekseninde Kürt açılımından PKK'yla mücadeleye, İran'dan Afganistan'a, Kıbıs'tan Ermenistan'a uzanan olaca yüklü dosyalar.
ABD-Türkiye ilişkilerinin algılanışı açısından en tuhafı şu. Türkiye'de birileri sürekli olarak AK Parti hükümetinin yeni dış politaka yönelimlerini 'Amerikan ekseni ve vesayeti' çerçevesinde olduğu tezini savunuyor. Amerika cevaz vermese Türkiye'nin bölgesinde atmakta olduğu adımlara katiyen atamayacağını öne sürüyor. Ne ironikdir ki, dün Başbakan Erdoğan'ın Obama tarafından ağırlanacağı Beyaz Saray görüşmesine girmeden evvel Washington kulislerinde en fazla mesele edilen mevzu ABD yönetiminde giderek Türkiye'ye dair güvensizlik tohumlarının yeşerdiği yönündeydi. Bu tez 'Yeni Osmanlılık' yahut 'eksen değişikliği' gibi kisveler altında da sürekli tekrarlanır oldu. Bir ülke düşünün ki, hem 'ABD vesayeti olmaksızın' hareket edemeyecek. Hem de 'vesayeti altında bulunduğu' ülkeyi giderek daha fazla rahatsız eder hale gelecek! Bir kısım deliler ha bire kuyuya taş atıp duruyor, birileri de onları çıkartmaya çabalıyor.
Neyse ki, bu formülasyonlar hakikati değiştirmiyor. En başta gelen hakikatse Türkiye'nin ABD yönetimi için ehemmiyeti. Obama'nın göreve gelmesinden sonra ilk ziyaretlerinden birini gerçekleştirmiş olması bundandı. Türkiye, ABD'yi ilgilendiren her meselede stratejik anlamda giderek ehemmiyetini artırıyor. Bunda kanımca izlenen bağımsız politikaların hatırı sayılır bir yeri de var. Belki bir parça da 'gücünü aşacak' bir biçimde küresel aktör gibi davranmaya çalışan bir Türkiye görüyoruz. Ancak 'sözünü dinlemenin' başka bir yolu da var mı? Hele de söylenecek olan söz aslında çok önemliyse...
Retoriğin uyumu
Velhasıl Türkiye, aradan geçen üç beş ayda izlediği dış politikayla ABD açısından ehemmiyetini azaltmadı, tersine artırdı. Ve bu hüküm iki ülkenin her meselede aynı tavrı takınmasını gerektirmiyor. Meseleye, 'ABD Türkiye'den Afganistan için asker takviyesi istedi. Türkiye bu talebi yerine getirmiyor' şeklinde bakmak hatasına düşmemek lazım. Zira işin özüne bakarsanız Afganistan gibi yakıcı bir sorunda Türk diplomasisi genel hatlarıyla Washington'ın 'hayrına çalışıyor' sonucunu dahi rahatlıkla çıkarabilirsiniz.
Türkiye başından beri Afganistan'da salt askeri bir çözüm olmadığını dile getiriyor. Bugün Obama yeni ve çok da riskli Afganistan stratejisini açıklarken, aynı argümanları kullanıyor. İşgali sona erdiremiyor elbette, ancak kullandığı retoriğin Türkiye ile uyumu dikkat çekici.
İran meselesi ise elbette çok daha çetrefilli. Zira Obama yönetiminin bugünden yarına İran konusundaki tutumunu kestirmek kolay değil. Ancak uluslar arası toplumun İran'ı köşeye sıkıştırma tavrına ayak sürer bir görüntü çizen Türkiye'yi eninde sonunda 'cezalandırmaya kalkışacağı' kaygılarını da abartmanın alemi yok. İran meselesi Türkiye açısından yeterince açık. Dün Başbakan Erdoğan da bunu çok net bir biçimde ortaya koydu. İran Türkiye'nin çok önemli bir komşusu ve Türkiye de bölgesinde ne nükleer silahlı yeni bir güç, ne de yeni bir çatışma hali görmek istemiyor. Türkiye'nin sorumluluğu bunun için elinden geleni yapmak ve tarafları aklı selime çekmek olacaktır. Bu noktada Türkiye ABD de İran da bugün kabul etmiyor olsa dahi özünde 'doğal bir arabuluculuk' konumuna sahip.
Nitekim dünkü kritik görüşmede de anlaşılan o ki taraflar tam olarak örtüşmese de kendi pozisyonlarını muhafaza etti.
Kaynak: Radikal