Füze kalkanı meselesinde Türkiye’nin hali ‘yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal’ misali. Pazartesi günkü analiz haberimde kalkanın Bush yönetiminden bu yana serüvenini ve son haliyle Türk dış politika mimarisini ‘enkaza çevirme’ potansiyelini izaha çalışmıştım. Bugün de klişelerin ötesinde sorular sorup yanıtlar arayalım.

Füze kalkanı ‘teknik katakullilerle’ sunuluyor. Aslında gayet ‘siyasi’ bir mesele. Ve herşeyi belirleyen her zamanki gibi ‘yaratılan algılar’. ABD ve NATO yetkililerine göre hedef belli: “İran’ın nükleer programı var, 2 bin km menzilli balistik füzeleri deniyor. Avrupa’yı tehdit ediyorlar, hatta nükleer füze bile sallayabilirler” varsayımlarıyla ‘savunma’ algısı yaratılıyor.

Elbette İran devleti ‘sütten çıkmış ak kaşık’ değil. İsrail’le karşılıklı ‘alıp veremedikleri’ sebebiyle füze teknolojisi geliştiriyor, bunu ‘savunma’ mantığıyla sunuyor. Ğövde gösterisi için teknik detayları kısmen duyuruyor. Lakin, füze teknolojisine dair bildiklerimiz daha ziyade İsrail/ABD istihbaratına dayalı. Wikipedia’da ‘doğrulamaya muhtaç’ ikazıyla sunulan teknik verilere göre, İran’ın Şahab, Fecr, Aşure, Hadr, Siccil gibi füze tipleri var. Bir kısmı kısa (300-700 km), bir kısmı orta menzilli (1300-2 bin km). Yani Avrupa’yı değil lakin İsrail’i vuracak kapasitede! Tabi taa 1997’de ilk başbakanlığında Netanyahu’nun İran’ın tam 10 bin km. menzilli Şahab6 ürettiği (!) propagandasına inanacak olsak, işimiz bitmiş!

W. Bush İran’ı ve K. Kore’ye karşı Çekya ve Polonya’yı kıtalararası balistik füze üssü bellemişti. Rusya’ya tosladı. Barack Obama kalkan planını akıllıca revize edip NATO çerçevesine sokan ‘aşamalı uyarlanabilir yaklaşım’la zuhur etti. İronik ama bizzat Obama, yaklaşımı ‘İran’ın balistik füze denemelerinin başarısızlığı’ istihbaratına/tezine dayandırdı. Rusya teskin edilip kalkanın İran’ın yamacına çekilerek ‘bölgeselleştirilmesi’ önerildi. Türkiye’nin bölgesine...

‘Yaratılan algılarla’ şekillenen reel politikte şu sorulara yer yok: ‘Madem İran’ın balistik füze denemeleri başarısız, nasıl Avrupa’yı vuracak?’, ‘2 bin km ile ancak Türkiye, bilemediniz Romanya ve Bulgaristan vurulur. Peki Fransızlarla Almanlar niye kalkana hevesli?’, ‘İran Türkiye’yi niye vursun?’ ‘Beyhude’ sorular! Zaten Soğuk Savaş’ta savunma gücü olarak kurulmuş NATO’nun artık ne kadar ‘savunma gücü’ olduğu, ‘kimi kime karşı savunduğunu’ da soran yok.

Kalka ne Türkiye, ne Avrupa ne de ABD’yle alakalır, mesele İsrail’in ‘savunulması’. Tersinden bakarsak, İsrail’in ‘Size kalkan gerdik’ denilerek ‘dizginlenmesiyle’ de. ‘İsrail başka türlü korunamaz mı’ derseniz, mesele bir taşla birkaç kuş vurmaya gelir: Yani Ortadoğu’daki kimi rejimleri ‘yıpratmaya’, ‘bağımsız karakter sergilemeye kalkışan’ kimilerini de ‘yola getirmeye’...

Allah muhafaza, İsrail İran’ın nükleer tesislerini vursa ne olur? İran’a misilleme hakkı doğmaz mı? O vakit ABD, NATO’dan ‘kalkanı çalıştırma’ kararı çıkartmaz mı? Peki Türkiye ‘kimi kimden koruyacak’?

İş dönüp ‘Türkiye’nin başına’ patlıyor. ‘Komşulardan tehdit algısı yokken niye kalkan kuşanalım’ dese, ‘Doğulusunuz, Müslümansınız’ söylemiyle ‘eksen tartışmasına’ çekilecek. Olur da, İran’ı teskin edip NATO’ya ‘Evet’ dese en mühim psikolojik kavramı olan ‘sıfır sorun’ politikasının içini kendisi boşaltacak. En hayırlısı, rezervlerini samimiyetle koyup ittifakla sıkı pazarlık etmek. Kalkan oyununu nasıl ve ne kadar etkileyebileceği, Türkiye’nin ‘gücünün’ sınırlarını çizecek ehemmiyette...


Kaynak: Radikal