Artık dünyada 'otokrasi'lerin ve dikta rejimlerinin ayakta kalma ve kendilerini yasaklarla yaşatma şansları yok. Zira internet ve diğer iletişim araç ve gereçleriyle insanlar dünyanın diğer yerlerinde olanlardan haberdar oluyorlar. Oralardaki güzelliklerin, özgürlük, insan hakları, düşünce serbestisi gibi, kendi ülkelerinde de olmasını istiyorlar. Sanırız Tunus'ta olanların bir kısmını bu şekilde açıklamak da mümkün. Zira başkaldırı sadece rejime değil, aynı zamanda 'adaletsizliğe', 'hukuksuzluğa' ve 'keyfîliğe'.
Aralık ayının ortalarından itibaren başlayan protestolar, 14 Ocak itibarıyla 23 yıldır Tunus'ta devlet başkanlığı koltuğunda oturan Zine El Abidine Ben Ali'nin (Zeynel Abidin Bin Ali) ülkeyi terk etmesini sağladı. Sanırız herkesin merak ettiği soru şu: Şimdi ne olacak? Ne olacağı konusunda öngörüde bulunmak için birazcık Tunus siyasal tarihine bakmak gerekiyor.
Bilindiği gibi Tunus, 1956 yılında bağımsızlığını kazanmış ve devlet başkanlığına da bağımsızlık mücadelesi liderlerinden Habib Bourguiba getirilmişti. 1987 yılında, Anayasal Konsey (Profesör Emma Murphy'in ifadesiyle askerî darbe) kararıyla görevini Bin Ali'ye bırakmak zorunda kalmıştı. O günden cuma gününe kadar 23 yıldır bu görevi sürdüren kişi, yine Anayasal Konsey kararıyla görevini Meclis Başkanı Fuad Mibeze'ye (Foued Mebazaa) devretmesi gerekirken ülkeyi terk etti. Bir askerî darbeyle gelen, yine aynı askerin yaptığı darbeyle görevinden ayrıldı.
Sonuçta, Tunus'ta 1956 yılından beri devam eden askerî vesayet sistemi yine askerin istemesiyle farklı bir durum aldı. Konunun doğru tahlil edilmesinde, olayların çıkış noktası önemli. Başlangıçta, tepkiler siyasal olmamakla birlikte ciddi şekilde siyaseti ilgilendirmektedir. Tunus halkının şikâyet ettiği ve artık her geçen gün canını acıtan olayların başında artan işsizlik, yolsuzluk, otokrasi, insan hakları ihlalleri ve sansür var. Bir taraftan rejim sizi kontrol ediyor diğer taraftan da sizi aç ve susuz bırakıyor ki; bu 55 yıldır sürdürülen ve her gün değişeceği söz verilen bir rejimin sahipleri tarafından o rejimin beslendiği insanlara karşı yapılıyor. Siyasetle ilgilenenler (iktidarla aynı kanaatte olmayanlar) ya hapishanelerde ya da ülkelerine hasret yıllardır başka ülkelerde yaşıyorlar ki, mesela sadece Fransa'da 600 binden fazla insan bu sebeple Tunus'u terk etmiş. Adeta sadece ülkede olup biteni seyredenler ve rejime bağlılar kalmış. Bundan dolayı Bin Ali, 2009 yılında % 89,62 oyla yeniden devlet başkanlığına seçilmiş. Tıpkı Mısır ve Irak'ta olduğu gibi. Saddam da Amerika'nın işgalinden evvel benzer bir oyla yeniden devlet başkanı olmuştu, fakat Amerikalılara karşı Saddam'ın yanında kimse yerini almadı.
Belki de modern Tunus siyasal tarihinde siyasete tepki tavandan değil, tabandan geliyor. Yani bir halk tepkisi söz konusu. 17 Aralık günü üniversite mezunu bir genç, Sidi Bouzid, pazaryerinde izinsiz meyve sattığından dolayı zabıta ve polisler tarafından tartaklanıyor. O da buna tepki olarak kendisini yakıyor. Daha sonra da hayatını kaybediyor. Fakat Sidi hem kahraman hem de sembol haline geliyor ve önce doğduğu kasabadan başlamak üzere protesto gösterileri başlıyor, daha sonra da gösteriler başkent Tunus'a taşınıyor.
Bu gösterilere katılanlardan şu ana kadar yüze yakın insanın (belki de daha fazla) güvenlik güçleri tarafından öldürüldüklerinin altını çizelim. Bir yandan başta ölenlerin yakınları olmak üzere protestocular rejim tamamen değişene kadar her gün gösteri yapmak için toplanacaklarını ve sürdüreceklerini beyan ediyorlar. Diğer yandan siyasal tutukluların çoğunluğu oluşturduğu hapishanelerde isyanlar başlıyor.
İkinci nokta, yine ilk defa protestolar bütün muhalefet gruplarıyla ve işçi sendikaları tarafından destekleniyor. Buna ek olarak, polis teşkilatı bilerek olayların yatıştırılmasından çok artmasını kolaylaştırmak için gayret gösteriyor. Göstericilere karşı görevlendirilen güvenlik güçleriyle göstericiler birbirlerine sarılıyorlar. Başka bir ifadeyle; askerler de polisler de mevcut rejimden mutlu değiller.
Sonuncu nokta ise dış dünyanın tutumu. Şimdiye kadar Tunus'taki her türlü siyasal gelişmelere doğrudan müdahil olan Fransa, bu defa işin dışında kalmak istemektedir. Amerikan Başkanı'nın sivillere karşı şiddet kullanımını kınaması ve Tunus hükümetinin insan haklarına saygılı olmalarını ve adil ve özgür seçimlerin en yakın zamanda yapılmasını talep etmesini ek olarak ilave edelim. Bir de Arap ülke liderlerinin tepkilerini ya göstermemeleri ya da halktan yana tavır almaları.
Yukarıda işaret edilen noktalara baktığımızda artık Tunus'a demokrasinin gelmekte olduğu konusunda ümitvar olabiliriz. Fakat altını çizmemiz gereken bazı noktalar var.
Yaklaşık 60 yıldır askerî vesayetle idare edilen ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin oldukça büyük olduğu bir ülkede mevcut rejimden bu anlamda yararlananlar, rejimin değişmesini istemeyeceklerdir. Buna karşılık başta Amerika olmak üzere, demokratik dünya, halktan yana tavır almasını sürdürecek ve kısa dönemde olmasa da orta dönemde Tunus'a demokrasi gelecektir.
İkinci olarak, Tunus'taki siyasal baskılara dayanamayıp kaçan başta Fransa olmak üzere yabancı ülkelerde yaşayan milyonlarca Tunuslu var. Bunlar ülkede muhtemel bir rejim değişikliği ile ülkelerine dönecek ve siyasette ve yaşamın diğer alanlarında arzulanan değişikliği sağlayacaklardır. Özellikle Batı medyasına daha önceleri konuşmaktan çekinen bu insanlar, Tunus'ta olanın aslında rejim değişikliği olduğunun altını çizmektedirler. Başka bir ifadeyle sadece Tunus'ta yaşayanlar değil, Tunus'un dışında olanlar da rejimin değişmesini arzu ediyor ve onun için gayret gösteriyorlar.
Üçüncü nokta ise Tunus'un etnik ve ekonomik yapısı. Şu ana kadar bu etnik yapılardan güçlü olanlar iktidardaydılar. Ve iktidarları başta kendi aşiretlerine bile iş, aş, gelecek olarak dönmek yerine çok küçük bir azınlığın elinde toplanan gelirlerin dağıtımına yaradı. Bu açıdan bakıldığında, aşiretler de söz konusu rejimin değişmesini arzu ediyorlar.
ADALET YOKSA HİÇBİR REJİM AYAKTA KALMIYOR
Tunus ile Fransa arasındaki ticarî ilişkilere bakıldığında, aslında Tunus'ta yetişen ürünlerin % 80 Fransa ve dolayısıyla AB'ye satıldığını görüyoruz. Bu ticarî ilişki bile Tunus'ta liberal ekonomiye geçilmesini ve ekonomide uygulanan klasik 'sosyalist ekonomi' modelinden vazgeçilmesini gerektiriyor. Son yıllarda yapılan ekonomik reformların yeterli olmadığı da artan işsizlik oranlarından anlaşılıyor.
Dördüncü nokta, artık dünyada 'otokrasi'lerin ve dikta rejimlerinin ayakta kalma ve kendilerini yasaklarla yaşatma şansları yok. Zira internet ve diğer iletişim araç ve gereçleriyle insanlar dünyanın diğer yerlerinde olanlardan haberdar oluyorlar. Oralardaki güzelliklerin, özgürlük, insan hakları, düşünce serbestisi gibi, kendi ülkelerinde de olmasını istiyorlar. Sanırız Tunus'ta olanların bir kısmını bu şekilde açıklamak da mümkün. Zira başkaldırı sadece rejime değil, aynı zamanda 'adaletsizliğe', 'hukuksuzluğa' ve 'keyfîliğe' karşıdır. Adaletin ve hukukun olmadığı yerde kurulan sistemlerin ömrü uzun olmadı insanlık tarihinde.
Tunus'a gelecek olan demokrasinin başta Mısır ve Cezayir olmak üzere diğer bölge ülkelerinde de siyasal dalgalanmalara sebep olacağını ifade edelim. Coğrafik olarak dünyanın görece soğuk bölgelerinden başlayan demokratikleşme hareketleri artık dünyanın sıcak bölgelerine doğru kaymaya başlıyor. Sanırız bu dalganın karşısında mevcut dikta rejimlerinin ayakta durma dirençleri her geçen gün zayıflamaktadır.
Sonuç olarak, Tunus'ta yaşanan ve belli bir süre daha yaşanmaya devam edecek olaylar, mevcut rejimin cenaze merasimi olarak görülmelidir. Gelecek adil ve hakkaniyete uygun bir siyasal rejim Akdeniz'de ciddi turizm havzalarını barındıran ve güzel insanların yaşadığı ülkeye hem huzur, hem barış hem de refah getirecektir. Bununla birlikte, sanırız Tunus bir kez daha bağımsızlığının sembolü olan şairlerinden Abu El Kasım El Şehbi'nin ifade ettiği, 'İnsanlar yaşamaya karar verdiklerinde, kader itaat eder... Kölelik zincirleri kırılmak zorunda kalır' şiirini bayrak ederek ikinci kez bağımsızlıklarını kazanacaklar.
Kaynak: Zaman