Son günlerde kamuoyunu meşgul eden 'casusluk çetesi' konusu Türkiye'nin 'istihbarata karşı koyma' (Counterintelligence) konusunda yeterli donanıma sahip olup olmadığı sorusunu ister istemez akla getiriyor.
İstihbarata karşı koyma, bir devletin istihbarat kurumunun düşman ya da düşmanca tavırları olan istihbarat kurumlarının söz konusu devlete karşı istihbarat yapmalarına engel olmak olarak tanımlanır. Burada söz konusu olan iki önemli ayrıntıya dikkat çekmek istiyoruz. Birincisi, düşman devletlerin istihbarat birimleri tarafından yapılan istihbarat çalışmalarının devletin 'sırları' olarak bilinen bilgilere ulaşımını engellemek; diğeri ise, devletin 'sırlarını' bilen insanların korunmasını sağlayarak bu insanların yabancı istihbaratlara ulaşmalarına engel olmak.
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın görevleri (1984 yılında çıkarılan 2937 sayılı yasayla düzenlenmiştir) arasında istihbarata karşı koymak 'ülkemize yönelik olarak yürütülen istihbarat faaliyetlerine karşı koymakla görevlidir' şeklinde yer almaktadır.
Birçok ülkede bu konu devlet güvenliği açısından önceliklidir ve Amerika (FBI), İngiltere (MI5) ve Rusya (FSB) gibi ülkeler istihbarata karşı koymayı genel istihbarat kurumundan ayrı olarak ele almışlar ve özel olarak düzenlemişlerdir. 21'inci yüzyıla girildiğinde bu ülkeler istihbarata karşı koymayı daha da detaylandırarak yukarıda adları sayılan kurumlar içerisinde ayrı birimlere yüklemişlerdir. Çünkü teknolojinin geliştiği bilgi hırsızlığının zaruret olduğu bir dünyada milli güvenliğinden emin olmak isteyen devletlerin aslına bakılırsa ellerinde fazla seçenek mevcut değildir. Bilinmelidir ki, bir ülkenin milli güvenliğinin korunması bir bakıma o ülke için hayati önem arz eden faaliyetlerine (savunma sanayii, bilgi teknolojisi üretimi, askerî stratejiler ve planlar, devleti yönetenlerin iletişimleri) yönelik istihbaratın önlenmesine bağlıdır. Eğer bunlar korunamıyorsa, ülkenin milli güvenliğinde ciddi zafiyetler oluşacağı gibi, bütün hareketleri bilinen bir devletin farklı alanlarda yapmayı planladığı çalışmaların engellenmesi de kolaylaşacaktır.
Yaptığımız araştırmalar neticesinde Türkiye'de görünürde olan fakat fiiliyatta aksayan bir istihbarata karşı koyma birimi mevcuttur. Şimdiye kadar da bu birimin ortaya çıkardığı bilinen ciddi bir çalışma mevcut değildir. Şu anda kamuoyunu meşgul eden 'casusluk çetesine' ilişkin çalışma adli bir soruşturmanın zincirlerinin bir halkası olarak cumhuriyet savcısı tarafından ortaya çıkarılmıştır. O zaman farklı bir soru sorarak konuyu detaylandıralım: Türkiye Cumhuriyeti'nin milli güvenliği ne derece yabancı ve düşman unsurlara karşı korunmaktadır?
Türkiye'de MİT kanunu 'Soğuk Savaş' döneminde çıkarılmış ve bir bakıma günümüzün şartlarına göre teşkilatın yapılanmasını ve çalışmasını engeller niteliktedir. Başka bir ifadeyle Türkiye'nin demokratikleşme seviyesi ve dünyada 1984 yılından beri ortaya çıkan gelişmeler söz konusu kanunun güncelleşmesini zaruri hale getirmiştir. İkinci olarak, Türkiye'de başta askeriye olmak üzere, milli güvenliği ilişkilendiren konularda karar veren, bu kararları uygulayan ve teknoloji üreten birimlerin icraatları 'devlet sırrı' kavramıyla 'denetimsizlik' zırhına bürünmekte ve bu zırhın yabancı ve düşman istihbarat birimleriyle ilişkiye girecek kişileri denetim dışına iterek onlara geniş bir hareket alanı bırakmaktadır. Üçüncü olarak, söz konusu yapı sayesinde hem devletin milli güvenliği tehlikeye atılmış hem de milli güvelik konularında istihdam edilen uzmanların hayatları ve gelecekleri her türlü korunma, kollanma ve denetimden uzakta bırakılmış olmaktadır.
İstihbarat tarihinde çokça rastlanan ve istihbarata karşı koymanın ortaya çıkardığı yüzlerce olay vardır. Örnek olarak, Amerika ve İngiltere'nin ortak olarak sürdürdükleri 'atom bombası' yapma sürecinde Rusya adına çalışan İngiliz istihbarat (Donald Maclean, Guy Burgess, Kim Philby) elemanları olmuştur ki, bunlar İngiliz istihbaratında anahtar görevde bulunan kişilerdir. Bunlar ve benzerleri olmasaydı belki de Sovyet Rusya atom bombasını yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktı. Buna karşılık da Rusya istihbaratından da Amerika ve İngilizler için çalışanlar (Oleg Penkovsky) var olmuştur ki, bu kişilerin verdiği bilgiler sayesinde Amerika Sovyetlerin Küba'ya yerleştirdiği nükleer başlıkların yetersiz olduğunu öğrenmiştir. Belki de bu sayede dünya bir nükleer savaştan 1962 yılında kurtulmuştur. İki taraflı ajanlar (double agents) sayesinde hem teknolojik gelişmeler hem de stratejik programlar ve planlar diğer ülkelerin ellerine geçmiş ve bu sayede silah rekabetleri ve karşı askeri planlar ve diplomatik stratejiler gözden geçirilmiştir. Kısacası bölgesinde önemli bir güç olma yolundaki Türkiye'nin her türlü yatırımı, stratejisi, planı ve diğer faaliyetlerinin mutlak ve muhakkak olarak başkaları ve düşmanları tarafından bilinmek ve denetlenmek istenmesi normaldir. Normal olmayan, Türkiye'nin gerekli önlemleri alma konusunda gayretsizliğidir.
Bir taraftan askerliğin modernleşerek 'profesyonel' ordu talepleri diğer taraftan mevcut asker sayısının azaltılması gibi konuların tartışıldığı bir yerde, devlet güvenliğinin en önemli biriminin kullanacağı teknolojinin üretilmesi ve strateji ve planlarının saklanamaması konuya ilişkin tartışmaların ne derece isabetli olup olmadığını da akla getiriyor. Yerli teknoloji üretimi konusunda ciddi yatırım yaparken bu teknoloji üretecek sanayi kompleksleriyle bu sanayide istihdam edilecek uzmanların korunmasını, yatırımların sabote edilmesinin önüne geçilmesinin gerekliliği üzerinde ciddi olarak durulmadığı bir durumla karşı karşıyayız. Geçtiğimiz yıllarda bu kurumlara proje üreten akademisyenlerin uçağının düşmesi, çalışan kimi mühendislerin ölü bulunması ve kamuoyunca bilinmeyen daha nice cinayetlerin varlığı sanırız bu alandaki istihbarata karşı koymanın ne derece zafiyet içerisinde olduğunu ortaya koyar. Bu durumda kendi teknolojisini üretemeyen bir ordunun dışarıdan alacağı teknoloji ile ülkesini istenilen düzeyde koruyamayacağı aşikardır. Bence her şeyden evvel tartışılması gereken İngiltere'nin profesyonel ordusunun 300 bin kişiden oluşan varlığını örnek vererek Türkiye'deki asker sayısının 500 bine indirilmesi değildir. Tartışılması gereken İngiltere kadar kendi silah endüstrisine sahip, dışa bağımlı olmayan, istihbarata karşı koyma konusunda ileri derecede kurumsallaşmış ve her türlü denetimin parlamento tarafından yapıldığı bir sistemi Türkiye'de nasıl kurarız olmalıdır.
Başarılı bir istihbarata karşı koymak için gerekli olan şartların başında devlet kurumlarının hiçbirisinin Meclis denetimi (Parliamentary Oversight) dışında bırakılmaması yatar ki, hemen hemen bütün demokratik ülkelerde, devletin güvenliğini sağlamakla görevli kurumlar Meclis denetimine tabidir. Demokrasilerde Meclis'in denetleyemeyeceği bir alan düşünülemez. Asıl istihbarata karşı koyma biriminin bulup ortaya çıkarması gereken 'casusların' bir savcı tarafından ortaya çıkarılması Türkiye'de 'ayrıcalıklı' kalmak isteyenlerin denetlenmesinin ne derece zaruri olduğunu da ortaya koymuş durumdadır.
Çözüm olarak yapılması gerekenlerin başında Türkiye'nin istihbaratını baştan sona gözden geçirmesi gerekmektedir. Başka bir ifadeyle Türkiye çağın gereklerine ve demokratik normlara göre istihbarat ve devlet güvenliğine ilişkin bütün yapısını yeniden düzenlemelidir ki, hem terörle mücadelede, hem 'komşularla sıfır problem' dış politika siyasetinde hem de Türkiye'nin bölgesel 'enerji dağıtma merkezi' ve güven adası olma yolundaki çalışmalarında başarılı olsun.
Kaynak: Zaman