Ülke hızla seçime ilerlerken, “Kürt sorunu” ekseninde millet ciddi kamplaşmalara zorlanıyor. Kimi siyasi partiler, dar seçim kazanımları hayâliyle, ulusçuluk söylemlerine sığınarak kaos senaryolarını adım adım hayata geçiriyor.
Düğüm hâlini almış kriz ipinin ucuna, bir taraftan Türk uluscuları bir diğer taraftan da Kürt uluscuları asılmış durumda. Seçim gününe yaklaştıkça, her iki taraf da asıldığı ipin ucunu bütün gücüyle kendi tarafına çekiyor. Böylece düğüm noktası, sadece bugün için değil, gelecek siyasi hayatta da büyük krizler üretmeye aday kördüğüme dönüşüyor.
Geçen haftayı Anadolu’nun Türk ve Kürt nüfusunun nerdeyse eşit olduğu bir ilinde geçirdim. Seçim kampanyaları büyük illerimizde bile sönük geçerken, o şirin ilimizde, halkı, ırk temelli pozisyon almada, inanılması güç düzeyde politize olmuş buldum. Tek kelimeyle ürktüm.
Halk arasındaki politize olma hâli, parti merkezli değildi. Partilerin dış siyasi hedeflerine ya da iç siyasi vaadlerine yönelik de değildi. Kimse partilerin ne ekonomik hedeflerine ne de ülkeyi nasıl yöneteceklerine dair vizyonlarına bakıyordu. Halk, adayların ırkî kimliğine odaklanmış ve bu zeminde korkular üreterek hem kendi oyunun rengini meşrulaştırmaya hem de diğerlerini buna ikna etmeye çalışıyordu.
Genel mânada iki taraf da aynı şeyi söylüyordu: “Karşı ırkın adayları seçilirse biz mahvolduk!” Ve olayın tehlikeli bir diğer boyutu da adayların bu korkuları besler söylemlerden medet umması idi.
Bu düzeyde olmasa da ülke çapında siyasetin gidişatını da önemli ölçüde ulusalcı söylemler belirliyor. CHP’nin MHP çizgisinde ve hatta onunla yarışır ulusalcı söylemi, Devlet Bahçeli’nin meydanlara “ip” atma şovuna dönüşen çatışmacı duruşu, bağımsız Kürt adayların kendi cephelerinde ırk temelli siyasi çırpınışları ve yangına körükle giden irili ufaklı resmî ve sivil özel ve tüzel kişilerin gayretkeşlikleri hep tehlikeyi halka halka büyüten cinsten.
İnsanlarımız biribirine karşılıklı öfke depoluyor. Maalesef bu sadece Türkiye’ya has bir şey de değil. Arap âleminde ve İran’da da gelişmeler aynı minvalde.
Irak’ın işgalinde, Kuzey Iraklı Barzani ve Talabani liderliğindeki Kürtlerin rolü, onların Amerika ve İsrail’le geliştirdikleri ilişkiler, Arap halklarını Kürtlere öfkeyle bilemiş durumda. Tabiî, kimsenin kendi ülkesinin Amerika ve İsrail’le sahip olduğu ilişkiye bakması aklından bile geçmiyor.
PKK’nın İran’daki eylemleri, İranlı Kürtleri devlete karşı örgütleme ve kullanma girişimleri İranlıları da öfkelendirmiş durumda. Türkiye’de beslenen nefret hattını ise hep beraber görmekteyiz.
Son dönemlerde iyice tebârüz eden bu vaka; bölgenin din algısına aykırı olmasına aykırı, tarihi mâcerasında geliştirdiği kader birliği yürüyüşüne ters olmasına ters ve birleştirici olmaktan öte bölücü olmasına bölücü, ama; en çok da sağduyuya bugün muhtacız. Bu da bizi kitleleşen kavmiyetçi tehlikeyi görmeye mecbur kılıyor. Yükseltilen ırk temelli kimlik bilinci lokal ve global güç merkezlerinin iştahını kabartıyor, bu zeminde bölgenin haritaları, bölge insanının acılarına rağmen yeniden kurgulanıyor.
Felâket tellâllığı işim değil, ama bu gelişmeler en çok da Kürt halkına zarar verecek türdendir. Arap, Fars ve Türklerin oluşturduğu çemberin ortasında yaşayan Kürtler, etrafını çevreleyen halkada biriken öfkenin patlaması hâlinde büyük acılar yaşayacaktır. Bunu herkesin, özellikle de Kürt kanaat önderlerinin görmesi gerekmektedir. Uzun yıllar tamir edilemeyecek toplumsal kırılmalar bölge halklarının maslahatına uygun olmasa gerek.
Birileri, Kürt halkının yaşadığı sıkıntıları, bu halkın İslâm’ı din olarak seçmesine boşuna bağlamıyor zaten. Endülüs’ün başına geçirilen çorap Kürtlerin başına geçirilmeye çalışılıyor. Bu mazlum halka; “Bağımsız, onurlu ve zengin olmak istiyorsan, İslâm’la alakanı kes” telkinleri yapılıyor.
Bu şeytanî oyuna gelmemek sadece Kürtlerin uhdesinde değil elbet. Bu oyunu ancak Kürt, Türk, Arap ve Fars birlikteliği boşa çıkarabilir. Bu meyanda bölge devletlerine büyük görevler düşmektedir.
Tarafların ulusalcıları, ırk zemininde oluşan önyargıları besleyerek siyasi rant peşinde koşabilir, lâkin, şuurunu dininden, tarih tecrübesinden alan ve kader birliği etmiş bölgenin asıl güçleri bu tehlikeli gelişmeye ortak tavır geliştirmelidir.
İslâmî eğilimli kitleler, onların kanaat önderleri bu câhili dâvânın tarafı olamaz, tansiyonu yükselten söylemlere sarılamazlar. Onlar, en çok da bugün seslerini yükseltmek durumundadırlar. Öz tarih tecrübesinden geliştireceği açılımlarla sorunun hallinde keni insiyatifini geliştirmelidirler. Bu soruna kayıtsız kalmak insiyatifi başka güçlere terk etmekdir.
Kaynak: Vakit Gazetesi