Başından beri başörtüsü için düşündüğüm formül,  diğer sorunlarla beraber ve bir paket halinde gerçekleşecek olan kapsamlı bir anayasa değişikliği idi. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı önemli bir fırsattı. Yasalarda ve anayasalarda olmayan bir yasak rektörlerin değişmesine paralel olarak fiilen ortadan kalkar, böylelikle uygulama asli hüviyetine bürünürdü. Elbette bu yeterli değildi. Arkasından kapsamlı bir anayasa değişikliği yapılmalıydı.

      Tabii ki anayasa değişikliğini sadece başörtüsü için yapmak şık değildir. Başka sorunlar da vardır: Kürt meselesi, Alevilerin haklı talepleri, 301, azınlıklar, cemaat vakıfları üzerindeki haksız tasarruflar ve elbette başörtüsü sorunu. Bunlar bir paket halinde ele alınsaydı, hem geniş toplumsal kesimlerin desteği kazanılır hem şık bir tutum izlenmiş olurdu. Öyle olmadı.

      Yine de bu sorunun aradan çıkarılması için AK Parti'ye destek vermek gerekirdi. Arkasından diğerleri için baskı yapılırdı. Kuraldır: "Bir şeyin bütününe sahip olunamıyorsa bir parçasına sahip olunur, tümünden vazgeçilmez".

     Yazık ki, bir kısım aydınlar destek vermediler. Bir kısmı da ipe un serip, belki 30 yılda çözülecek sorunları bir tür şantaj aracı olarak sıraladılar. "Üçüncü yol" denen metne bakalım: "Kılık kıyafet özgürlüğünü sağlayacak düzenleme, toplumun farklı kesimlerinin özgürlük taleplerini kapsayan bir genel demokratikleşme programı içinde ele alınmalıdır. Bu programın, öncelikle şu unsurları içermesi gerektiğini düşünüyoruz: 'Ötekilerin' fiilen baskı ve ayrımcılığa maruz bırakılmalarına karşı açık yasal yaptırımlar getirilmesi, 301. maddenin derhal kaldırılması, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması, akademik özgürlüklerin güvence altına alınması, Kürt, Alevi ve gayrimüslim yurttaşların eşit hak istemlerinin karşılanması, emekçilerin sendikal ve sosyal haklarının genişletilmesi ve toplumun ezilen-yoksul kesimlerinin her düzeyde yoksun bırakıldıkları eşit ve nitelikli eğitim hakkını kullanmalarının sağlanması... " İbretlik bir metin! "Yok" diyecekler de dilleri varmıyor.

      Ama bu sırada Başörtülü hanımların kaleme aldığı bir bildiri yayınlandı. Gurur verici, tarihe geçecek ve özellikle bir kısım aydınlara, mangalda kül bırakmayan ama iş fiiliyata gelince yan çizenlere ders verecek nitelikte bir metin:

niversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti: Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, 
düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir. 
Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki; 
üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız. Ta ki: 
Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken 
hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan, 
Acımasızca işlenen cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan, 
301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan, 
Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan, 
Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar 
etmekten vazgeçilmeden, 
Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden, 
Yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerelerde ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden, 
Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kaldırılmadan…  
Kısacası;
 
12 Eylül darbe anayasasını esamesi okunmayacak şekilde ortadan kaldırıp yeni, sivil 
bir anayasaya yapılmadan mutlu olamayacağız

Birimizin diğerimiz için tehlike olduğu korkusunu yayıp bizi birbirimize düşürerek bu adaletsiz düzenini devam ettiren yasakçı zihniyet tamamen ortadan kalkmadan hiçbir özgürlük tam özgürlük değildir. 
Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her 
türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskının, dayatmanın karşısında olacağız. 
Unutulmamalı ki; "Gökler ve yer adaletle ayakta durur." (Hz. Muhammed)
"

Bize yakışan böyle bir metindi. Teşekkürler hanımlar!..