Bizim yazılarımızı takip edenler Türkçe’ye mahsus olmak üzere “medeniyet ile uygarlık”, “ilim ile bilim”, “irfan ile kültür” arasında ayırım yaptığımız gibi “şehir ile kent” arasında da ayırım yaptığımızı bilirler. Bu yazıda şehir ile kent arasında basit bir mukayese yapmaya çalışacağız. Geleneksel şehir ile modern kent arasında “fizik çevre, sosyal yapı ve şehir kimliği” olmak üzere üç alanda mukayese yapılabilir. Bir durum tespiti olarak genel seyre baktığımızda “geleneksel şehirden modern kente doğru bir gidiş” takip etmekte olduğumuzu söyleyebiliriz.
Modern kent, “endüstri devrimi”yle birlikte ortaya çıkmış bir fenomendir; öncesinde bütün dünyada geleneksel şehirler vardır. Bu süreç, 1750’de başlar ve 1950’de tamamlanır. Modern kent, zamansal olarak son 200 yıllık tarihsel kesit içerisinde ortaya çıkmış sayılır. Geleneksel şehirde nüfus 10 bin ila 350 bin arasında değişir. Mesela merkezi Roma 350 bini aşmamıştır. Tarihte Roma’yı 1 milyona baliğ olan nüfusuyla sadece Bağdat geçmiştir.
Modern kent metropoldür; milyonlar bir arada ve iç içe yaşar. Kahire 22, İstanbul 12 milyondur, hatta İstanbul’un hareketli nüfusu 15 milyona kadar çıkabilmektedir. Geleneksel 200–300 şehir bir araya gelse, bir Roma veya bir Üsküdar etmez.
Bir başka önemli mukayese noktası, geleneksel şehrin merkezinde din, ticaret ve idarenin bir arada bulunuyor olmasıdır. Bu modelde Müslüman şehirleri esas alabiliriz; çünkü Batı’yı esas aldığımızda geleneksel bir şehir profili bulmak giderek zorlaşır. Bu yüzden geleneksel şehir dediğimiz zaman Ortadoğu ve İslam dünyasını baz almalı; esasında İslam’ın büyük şehir medeniyetleri kurduğu zamanlarda Batı’da şehir bulunmuyordu. Bu durumda “geleneksel şehir”den “Müslüman şehri” anlamak icap ederse, şehrin merkezinde cami, pazar ve kadı daha doğrusu idare mahkemeleri bulunmaktadır. Şehrin kenarlarında ise, farlı dini ve etnik gruplar ile dışardan gelenler yaşamaktadır.
Geleneksel şehre aykırı olarak modern kent kozmopolittir, gruplar birbirinin içine girmektedir. Geleneksel şehir çoğulcu ve heterojen, modern kent ise, sosyo-kültürel dokusu tekil, ancak dış görünümüyle kozmopolittir. Sınıfsal olarak iktidar seçkinleri maddi olmayan bir merkezi, yani bürokratik merkezi kontrol etmektedirler; fakat toplumsal merkezin kültürel mirasını paylaşmazlar, toplumun ana gövdesine göre marjinal sayılırlar. Bu sosyo ekonomik ve politik karışıklığa yol açan önemli bir faktör olarak rol oynar. Örneğin Şişli, İstanbul’un merkezi midir yoksa çevresi midir? Bu soruya cevap bulmak sanıldığı kadar kolay değildir. Ümraniye veya Gaziosmanpaşa çevre semtlerdir ama Şişli öyle değildir. Şişli’de, iktidar seçkinleri yaşar; ancak bir sokak arkasında üçüncü dünyaya ait kalabalık mekanlar vardır. İşte bu, modern kente özgü bir paradokstur.
Geleneksel şehirlerde din yahut mabet, iş ve mesken iç içe olup bir birlerinden kopmuş değildirler. Modern kentte birbirlerinden tamamen kopmuş, yabancılaşmışlardır. Bir insan kentte işine gitmek için belki bir iki saat yol almak zorunda kalır; geleneksel şehirde insanlarla işleri arasında kısa mesafe vardır, çoğunlukla öğle yemeklerini evlerinde yerler.
Şehirde geniş aile temel yapı taşıdır, aile bireyleri arasında devletin sunduğu sosyal güvenliğe ihtiyaç hissettirmeyecek ölçeklerde bir dayanışma söz konusudur; modern kentte ise, çekirdek aile vardır, çekirdek aile giderek bölünüp tekil aileye doğru gitmektedir. Geleneksel şehirde insan güvenli bir ortamda iken, modern kentte bireyin kendisini güvende hissetmesi çok daha zorlaşmaktadır.
Geleneksel şehirde üretim, sermeye birikimi, çırakların seçimi, mesleki eğitim, yardımlaşma ve borç verme sandıkları, sosyal güvenlik ile siyaseti etkileme ve idareye dolaylı yoldan katılım çok daha sahicidir, sahici yapılar aracılığıyla yapılmaktadır. Geleneksel şehirde söz konusu fonksiyonlar loncalar, cemaatler veya tarikatlar üzerinden yerine getirilirken, modern kentte devlet ve kurumlar bu fonksiyonları üstlenmektedir ki, bu devleti daha etkin, merkezi ve müdahaleci kılar. Devletin baskıcı ve müdahaleci karakterine karşı giderek STK’lara, demokratik örgütlere, sendikalara, teşekküllere, odalara, birliklere daha çok ihtiyaç hissedilmektedir.
Geleneksel şehirlerde cemaat ana toplumsal yapı, bir ara mekanizma ve muhkem korunaktır; modern kentte insan ile devlet arasında bir ara korunak veya mekanizmalar giderek zayıflayıp ortadan kalkmaktadır; insan doğrudan devletle muhatap hale gelir. Devlet de ya kendisi ya da kurumları aracılığıyla, bireyi yönlendirip determine etmektedir. Neredeyse geleneksel her şehrin kendince bir kimliği vardır; ancak modern kentler aşağı yukarı birbirine benzemekte, amorflaşmaktadır. Giderek Pekin ile Paris, Londra ile Karaçi birbirine benzemekte, tek tip kentler ortaya çıkmaktadır. Çünkü fiziksel mekanı ve sosyal yapıyı dönüştüren kurumlar ve yapılar, iktisadi ve sosyal politikalar küreselleşmiş bulunmaktadır, tek bir model yeryüzü ölçeğinde küreselleşme adı altında empoze edilmektedir.