Irak Başbakanı Nuri el Maliki'nin Şam yönetimi ile imzalamış olduğu çok yönlü ve geniş kapsamlı stratejik işbirliği anlaşmalarının daha mürekkebi kurumadan Bağdat'ın altı ayrı bakanlığı hedef alan patlamalarla sarsılması, ülkede istikrarın sağlandığı yönündeki hükümet söylemine ağır darbe indirdiği gibi bundan da öte Irak-Suriye ilişkilerini sonucu belirsiz bir krize sürüklemiştir.

Maliki'nin Beşar Esed iktidarını hedef alarak patlamaların arkasında Suriye'nin himaye ettiği eski Baasçıların olduğunu iddia ederek Şam'dan bu kişileri teslim etmesini istemesi ve beklemeksizin bu ülkede görev yapan Irak büyükelçisini geri çağırmasıyla birlikte kriz daha da içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Ancak sorunu tırmandıran asıl gelişme, Maliki'nin Birleşmiş Milletler'den Bağdat patlamalarını araştırmak üzere uluslararası bir mahkeme kurulmasını talep etmesiyle birlikte yaşanmıştır.

Krizin ilk patlak verdiği andan itibaren Türkiye, bölgesel istikrarı korumak ve zaten barut fıçısına dönen bölgede yaşanması muhtemel yeni bir patlamayı engellemek maksadıyla gelişmelere müdahil olmuş ve bu çerçevede Dışişleri Bakanı Ahmed Davutoğlu mekik diplomasisine girişmiştir. İlk olarak Bağdat'ta Maliki yönetiminin suçlamalarını ve bunlara dayanak oluşturan delillerini inceleyen Davutoğlu söz konusu belgeleri Şam yönetimine sunmuştur. Daha sonra Mısır'da Hüsnü Mübarek ile görüşen Davutoğlu, krizin uluslararası bir mahkeme aracılığıyla değil, iki tarafın Arap Birliği Teşkilatı'nın hakemliğinde ve masa başında buluşma suretiyle çözülmesi yönündeki tezlerini dile getirmiştir Türkiye'nin söz konusu krizden çıkar sağlamak veya rol çalmak gibi bir hedefinin olmadığı ve böylece iyi niyetli bir inisiyatif içerisine girdiği anlaşılmıştır. Aslında, Maliki'nin sorunu tırmandıran tavrının arkasında krizden kazançla çıkma gayesinin ötesinde birçok kişisel ve politik hesaplar yatmaktadır. Kuşkusuz Maliki patlamaların ülkedeki güvenlik planlarını hedef almasından ve yaşanan kayıplardan büyük rahatsızlık duymuştur. Ancak Irak Başbakanı'nın ani bir tavır değişikliğine giderek Suriye'ye karşı sertlik yanlısı bir politika benimsemesi akla başka hesapların bulunduğu şüphesini getirmektedir: Şöyle ki:

Irak Başbakanı'nı ürküten ilk gelişme ülke içinde İslami Yüksek Konsey'in öncülüğünde kendisini dışlayan yeni siyasî yapılanmaların ciddi bir güç olarak ortaya çıkması ve ocakta yapılacak genel seçimlerde Maliki'nin devre dışı bırakılacağı ihtimali onu harekete geçirmiştir.

Sünnilerin önde gelen ismi eski başbakan İyad Allavi'nin Suriye ile yaşanan krizin "bizzat Maliki tarafından bilerek ve istenerek çıkarıldığı" ve Şam'daki mültecilerin iadesini istemeden önce kendisinin Suriye'de karşılaştığı misafirperverliğe karşı nankör davranmaması gerektiği yönündeki açıklaması, Maliki'nin giderek yalnızlaştığını gösteren önemli bir başka gelişmedir.

Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Şii kökenli Adil Abdulmehdi'nin Maliki'nin krizde ferdi olarak hareket ettiği ve izlediği politikanın "kârdan ziyade zarara" neden olduğu yönündeki açıklaması ülkede çoğunluğu oluşturan Şiiler arasındaki bölünmeden kazançlı çıkmak maksadıyla Maliki'nin daha sert bir tavır almasını da beraberinde getirmiştir. Aslında bütün bunların ötesinde Maliki'nin Suriye'ye yönelik bu yoğun tepkisi, Şam'ın son dönemde Batı'ya yaklaşma ve İran'dan uzaklaşma politikasına darbe indirdiği ve bu açıdan Suriye'den kopmak istemeyen güçlere hizmet edeceği iddiasına ağırlık kazandırmıştır. Nitekim Maliki'nin Irak ile Suriye arasında sağlanması muhtemel bir işbirliğinden rahatsızlık duyan güçler adına hareket ettiği yönündeki suçlamaların artması da söz konusu senaryoyu kuvvetlendirmiştir.

Sonuç itibarıyla, krizin çözümü için Irak Başbakanı Nuri el Maliki'nin, ilk olarak Saddam rejimi muhaliflerine ve 2003 işgalinden sonra Irak'tan kaçan bir milyondan fazla mülteciye kapısını açan Suriye'nin bu jestini küçümsememesi ve meseleyi müzakere masasında görüşmeyi kabul etmesi şarttır.
PROF. DR. SAMİR SALHA KOCAELİ ÜNİV. ÖĞRETİM ÜYESİ

Kaynak: Zaman