Davos’ta Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu ile İranlı mevkidaşı Muhammed Cevad Zarif arasında Suriye meselesi üzerinden başlayan “mezhep çatışması”, Erdoğan’ın beş yıl önce aynı yerde İsrailli lider Şimon Peres’e yaptığı “one minute” çıkışı kadar ses getirmedi. Erdoğan’ın İran’ın siyasi ve ruhi liderleri ile yapacağı buluşma için hazırladığı çanta, çok dikkatli bir süzgeçten geçirilmişti. Bunun bir sonucu olarak da, dışişleri bakanının Davos’ta moderatörün iki ülke arasında yaratmaya çalıştığı krizin tuzağına düşmesi imkânsızdı. Özellikle de Adalet ve Kalkınma partisinin içerde ve dışarıda içine girdiği zor süreç göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin daha dikkatli olacağı beklenen bir durumdu.

Türk- İran ilişkileri asırlar boyunca inişli çıkışlı bir manzara sergiledi. Bölgeyi ele geçiren ve kendi çizdiği haritada yolunu belirlemek isteyen İki güçlü imparatorluğun insafı altında ilişkiler bazen ilerledi bazen geri gitti. Bu durum, 1639 yılında Kasr-ı Şirin anlaşması imzalanana kadar devam etti. O tarihten sonra da günümüze kadar iki ülke arasındaki ilişkiler korundu ve kontrol altına alındı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Tahran’a yapacağı ziyaretin bu defa diğerlerinden daha farklı olması bekleniyor. Şu an iki ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle, en azından iki yıl önceki ziyaretten farklı bileşenlerin olması gerekiyor. Erdoğan’ın sadece İran’ın yeni lideri Hasan Ruhani’yi tebrik etmek için Tahran’a gitmediği bir gerçek. Türk lider öncelikle İran’daki mevcut rejimden emin olmak ve son aylarda iki ülkenin de içinde aktif rol aldığı siyasi olayların getireceği sonuçları tespit etmek istiyor. Bölgedeki karışıklıkların iki ülke arasındaki yakınlığa etki edip etmeyeceği, on yıllardır gizli veya aleni bir şekilde siyasi, mali ve ticari alanda sağlanan işbirliğinin korunması veya yok olması Erdoğan’ın gündemindeki konulardan biri.

Tahran ve Ankara arasında aslında sağlam bir bağ var. Ancak yaşanan krizler her iki tarafında birbirinin aksi hareket etmesine yol açtı. Bu nedenle şu an Türk-İran ilişkileri tehlikeli bir dönemden geçiyor ve aklen ve kalben ciddi bir yorum süzgecinden geçirilmeye ihtiyacı var.  

Görüşmelerde karşılıklı paylamaların ilki muhtemelen Türkiye’nin dostlarının İran’ın Cenevre 2 ye katılması hususunda takındıkları sert tutumları görmezden gelmesi üzerine olacaktır. Türkiye’nin sessiz kalmasında elbette İran’ın Suriye rejiminden ısrarla vazgeçmemesi ve Cenevre 1 in kararlarını reddetmesinin büyük etkisi var. Görüşmede ayrıca -İran’ın iddialarına göre- başta Türkiye olmak üzere bazı ülkelerin, Suriye’deki terörist grupları desteklemesi de tartışılacak bir başlık olacaktır. Fakat Ankara’nın buna kayıtsız kalmayacağı kesin. Nihayetinde o da, İran’ın, Esad’ı doğrudan veya Hizbullah ve Irak’tan gelen silahlı gruplar yoluyla dolaylı olarak desteklediğini ve Suriye’deki savaşın ömrünü uzattığını belirtecek. Ruhani ise Türkiye’nin kulağına, Suriye’deki gerilimin yabancıların müdahalesinden ve duruma yanlış pencereden bakılmasından dolayı arttığını fısıldayacak ve silahlı gruplara desteğin kesilmesi yönünde çağrıda bulunacak. Ayrıca Suriye’deki rejimin hala meşruiyetini koruduğunu ve Suriyelilerin kendi geleceklerini tek başlarına belirleyebileceklerini de ekleyecek. Buna karşılık Erdoğan da, Türkiye’nin artık İran’ın Suriye krizinde aldığı pozisyonun yansımalarına tahammül edecek gücünün kalmadığını, Tahran’ın dikkatleri başka yöne çekmeye çalıştığını ve silahlı gruplara yardım etmenin batıyla ortaklık demek olduğunu vurgulamasından rahatsız olduklarını belirtecek.

Burada Tahran biraz kuşatılmış hissedebilir. Çünkü Erdoğan’ın Esad rejiminin Suriyeli sivillere uyguladığı işkence görüntülerinin olduğu fotoğrafları İran liderinin önüne koyma ihtimali yüksek. Bu fotoğraflar çok önemli kanıtlarla belgelenmiş, sadece uluslararası toplumun değil siyasi aktörlerin de Esad’ın dava edilmesi konusunda ortak olacakları fotoğraflar. Ancak Tahranın da komşusuna sınırında hala konuşlandırmaya devam ettiği “NATO” füzeleri hakkında bazı çıkışları olabilir. Nihayetinde Türkiye bu saatten sonra Esad’dan kendi tarafına bir tehdit gelmeyeceğini veya Türkiye’yi kışkırtmak için herhangi bir girişimde bulunmayacağını çok iyi biliyor. Bu nedenle Türkiye’nin füzelerin bulunma sebebinin Suriye düğümünü aştığını, aslında hedefin batının müttefiklerinin bölgedeki güvenliğini sağlamak olduğunu söylemesi ve bu konuda İran’ı ikna etmesi zorlaşabilir. Çünkü bu, birçok açıdan okunması ve anlaşılması gereken bir mesaj.

Suriye kriziyle birlikte farklı bir boyuta geçen Kürt dosyası da elbette ki ikili görüşmelerin merkezine oturacak. Özellikle de Kürt güçlerinin Suriye’nin kuzeyinde kendi anayasalarını ilan etmedeki aceleciliği, Kuzey Irak’ta olduğu gibi özerk bir siyasi ve idari yapının oluşumu için harekete geçmiş olmaları, Kürt lider Mesud Barzani’nin Davos’ta Suriye’deki Kürtlerin insan haklarından mahrum kaldıklarını ve Kuzey Irak’ın Suriye’deki Kürtlerin alacağı kararlarda yanında olacağını belirtmesi, Türkiye’nin İran’a bu konuyu taşımasını kaçınılmaz kılacak.

İran, Türkiye’yi sadece Tahran’ı Şam’dan uzaklaştırmak için oluşturulan projede bir nokta olarak görmüyor, aynı zamanda Türkiye’nin, Suriye’nin geleceğine karar verilecek olan müzakere masasından da dışlanmasına sebep olacağını düşünüyor. İşte bu nedenle de, sınır güvenliğini tehlikeye sokan faktörlerin Suriye’yi aştığını ve Lübnan sahillerine kadar uzandığını söyleyerek stratejik çıkışı, bu düşüncenin zeminini oluşturuyor. Ancak buna karşılık Türkiye’nin de elindeki güvenlik raporlarından bahsediyor. Buna göre İran’ın, Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmek için sınırı geçerek bazı operasyonlar düzenlemesi raporda mevcut. Aynı şekilde İran’dan bazı güvenlik mensuplarının işçi partisine bağlı Türk gençlerle bir araya gelmesi, ‘Türk Hizbullahı’nı yeniden canlandırmak için bire takım müzakerelerde bulunması da Türkiye’nin sormaktan tereddüt etmeyeceği konular olacaktır.  

İran’ın Davos’taki güçlü duruşu, uluslararası toplumun İran’ı Cenevre 2 görüşmelerine katılması yönünde verdiği red kararından dönmesine yetmedi. İran hükümetini fazlasıyla kızdıran bu durum, Tahran’ı Ankara’yla karşı karşıya getirebilir. Özellikle de Batıyla yaptığı bazı anlaşmaların geri tepmesi ve nükleer enerji konusundaki sert tutumunu Suriye’nin geleceğinde söz hakkı alma karşılığında yumuşatma senaryolarının tutmaması,

Ankara, Davos zirvesinin İranlıların kendilerini ifade etmeleri ve iş birliği için hazır olduklarını göstermeleri konusunda altın fırsatlar sunduğunu düşünüyor. Ancak İran mezhep kartını oynayarak bu fırsatı heder etmeyi başarıyor. Aynı dili Montröux’de Velid Muallim de kullanıyor ve Suriye’nin içinden çıkması gereken krizi mezhep faktörü yüzünden daha da derinleştiriyor.

İki ülke arasındaki görüşmeler ve bunların başlıkları çoğaltılabilir. Aslolan İran ve Türkiye’nin birbirine ihtiyacı olduğu. Özellikle de dış güçlerin bazı müttefikleri üzerinden her iki ülkenin ticari ve mali ilişkilerini zedelemeye çalıştığı konusunda İran da Türkiye de ortak kanaate sahip. Bu kanaati destekleyen en büyük işaret ise 17 Aralık da Türkiye’de halk bankasını hedef alan operasyonun düzenlenmesi. Bu operasyon iki ülke arasındaki en önemli nokta olarak duruyor.

Kaynak: Semir Saliha / Şarku’l Avsat
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız