Kamu diplomasisinin temel özelliği, resmî diplomasinin dışında ancak resmî diplomasiyle paralel bir biçimde bireyin ve devletin çıkarını savunmak ve krizlerin olumsuz etkilerini asgariye indirmektir.
Nitekim bu çerçevede yıllar boyunca resmî diplomasinin merkezinde hareket eden diplomatların bireysel yetenek ve çabalarını göz önünde bulundurarak dış politikasını şekillendiren ABD dahi bu süreci terk etmiş ve en az resmî diplomasi kadar kamu diplomasisinin gerekliliğini kabul etmeye başlamıştır. Bütün bu gelişmeler sonucunda başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada salt resmî diplomasi ile başarıya ulaşmanın ve krizlerin üstesinden gelmenin mümkün olmadığı, uluslararası ilişkilerin gelişmesi ve güçlenmesinde kamu diplomasisinin rolünün büyük önem taşıdığı, halklar arasında doğrudan diyalog ve ilişkilerin kurulması için ciddi bir analiz ve bütçeye ihtiyaç duyulduğu kanaati hakim olmuştur.
Nitekim günümüzde bireyin karar alma sürecine özgür ve bağımsız katkısının sağlanması kamu diplomasisinin vazgeçilmez bir unsuru olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.
Fakat maalesef üçüncü dünya ülkelerinin büyük bölümünde değişim limanına ulaşmak isteyen birçok gemi mevcut rejimlerin statükosunun, muhalefetinin, dünya gündeminden soyutlanmışlığının ve salt merkezî yönetim esasına dayanan anlayışın rüzgârında bocalamakta ve başarısızlığa mahkûm olmaktadır. Her şeye rağmen özellikle Ortadoğu'da bizi umutlandıran temel husus, bazı rejimlerin yeni durumun farkına varması ve değişim yönünde yatay ve dikey olarak cesaret verici gelişmelere imza atmış olmalarıdır. Böylece uluslararası toplum nezdinde itibar kazanmak için kamu diplomasisinin taşımakta olduğu özelliklerden yararlanarak yeni politikalar geliştirmeye başlamıştır. Başta Türkiye olmak üzere Ürdün, Katar ve kısmen de Suriye bu anlamda önemli gelişmelere imza atmışlardır.
Ortadoğu'da kamu diplomasisinin yerleşmesinin önündeki engellerin başında devrim ile kalkınma arasında yaşanan eşzamanlılık tartışması ve bu tartışma bağlamında üstünlüğün kimin lehine olacağı sorunu gelmektedir. 2. Dünya Savaşı sonrasından itibaren Arap âleminde devrimlerle ortaya çıkan yeni durumun temel çıkmazı söz konusu devrimlerin askerî darbeler sonucunda hayata geçmesi ve bu darbelerin kalkınma anlayışını ipoteği altında tutarak, bu projelere kendi istedikleri çerçevede yön vermek istemeleridir. Bu durum özellikle Mısır, Irak, Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerde yaşanmıştır. Daha vahim olan husus, günümüze kadar varlığını koruyan bu zihniyet ile yıllar önce iktidarı ele geçiren kişilerin devleti de kendi anlayışları doğrultusunda şekillendirerek, her türlü değişim ve dönüşüm hareketine karşı kapalı kılmalarıdır.
Bu devletleri içinde bulundukları çıkmazdan kurtarmak ve gerçek bir değişimi başlatmak için bireyi devletin şekillendirdiği vatandaş kılıfının ötesine taşıyacak, daha özgür, demokrat ve katılımcı kılacak bir kamu diplomasisinin tesisi şarttır. Bir örnek vermek gerekirse Mısır ile Cezayir arasında oynanan futbol karşılaşması sonrasında yaşanan krizin arkasında resmî zihniyetin vatandaşı zora soktuğu vizyon yatmaktadır. Kamu diplomasisinin hâkim kılınması bu örnekte olduğu gibi her iki yönetimin sürdürmüş olduğu tutum ve tavırdan dolayı halklar bir anda düşman kardeşlere dönüşmüştür.
SELAHADDİN EYYUBİ ÖRNEĞİ
Ortadoğu ülkelerinin büyük bölümünde benimsenen pasif kamu diplomasisi yüzünden bu bölgelerin kendi içinde ve diğer bölgelerde yaşanan sıkıntılar çözüm bulmaktan uzak kalmıştır. Somutlaştıracak olursak, Ortadoğu insanının Avrupa'da yaşanan başörtüsü krizi, terörizm, ırkçılık, İslamofobia, mezhep taassubu gibi sorunlara karşı eleştirel bir tavır alabilmesi, ancak kendi ülkelerinde bu meselelere yönelik bir çözüm arayışına girilmesiyle mümkün olabilecektir. Unutmamalıyız ki ağır hasta olan İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard'ın esir Müslümanların gözlerini çıkararak yollamasına karşılık, Selahaddin Eyyubi'nin, kralın tedavisi için kendi doktorunu göndermesi tarihsel örneğinde de görüldüğü üzere bölge insanı kamu diplomasisi geleneğine hiç de yabancı değildir. Bu geleneği devam ettirecek yol bireyin, sivil toplum kuruluşlarının ve medyanın özgür kılınması, diasporanın desteğinin kullanılması, dolayısıyla kamu diplomasisinin hâkim kılınmasından geçmektedir.
Ortadoğu ülkeleri arasında spesifik bir konuma sahip olan ülke ise İsrail'dir. İbrani devleti, kamu diplomasisinden büyük faydalar elde etmeyi başarmıştır. İsrail'in medyayı kullanarak bilgi toplamak, bu bilgileri lehine kullanmak, ülke dışında bulunan Yahudi lobilerini İsrail hizmetinde değerlendirmek konusunda son derece başarılı bir strateji izlediğini kabul etmek gerekir. Dahası İsrailli uzmanlar kamu diplomasisi üzerinde sürekli araştırmalar yaparak bu kavramdan azami fayda elde etmek konusunda arayışlar geliştirmektedirler.
2002'den sonra ise hem bölgesel hem uluslararası toplum nezdinde meyvelerini vermeye başlayan "Yeni Türk Kamu Diplomasisi Anlayışı" ve kamu diplomasisinin avantajlarından yararlanma kararlılığı Türkiye'yi takdire şayan bir konuma yükseltmiştir.
Tüm coğrafi, kültürel, sosyal yakınlıklarına rağmen birbirinden uzak kalan iki ülke olan Suriye ve Türkiye, kamu diplomasisi aracılığıyla yakınlaşma sürecine girmeyi başarmıştır. Şam'ın terör, su ve sınır uyuşmazlıkları konusundaki tavrını değiştirmesi sonrasında yaşanan açılma politikası, iki ülke diplomatlarının, işadamlarının, medyanın ve tabii ki halkın katkısıyla tamamen yeni bir sürece girmiştir.
Yıllar boyunca Lübnan'ın uluslararası arenada barındırmış olduğu gücü bir kenara bırakarak bu ülkenin iç meselelerinden uzak kalmayı tercih eden Ankara, 2006 yılında gerçekleşen İsrail saldırısı sonrasında bu ülke ile olan ilişkilerinde yeni bir sayfa açmıştır. Bu süreç içinde Türkiye tüm muhalif seslere rağmen Lübnan'ın güneyinde görev alan BM Barış Gücü'ne katkı sağlamış, ülkenin altyapısının imarı hususunda destek vermiş, yıllar boyunca unutulan 25.000 Türk'ün anayurtları ile olan ilişkilerini kuvvetlendirmiş, ihmal edilen hatta ismi dahi duyulmayan Türkmen köylerine kadar yardım götürmüştür. Bütün bu gelişmeler tabandan tavana bir hareketin, dahası Lübnan halkına Türk milletinin duyduğu bir sempatinin sonucu olarak yaşanmıştır.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da Türkçe konuşan cumhuriyetler arasında gerçekleşen zirve esnasında kamu diplomasisinin önemi ve gerekliliği bir kez daha anlaşılmıştır. SSCB'nin yıkılması ile birlikte Moskova'dan ayrılan Türk cumhuriyetleri ile Türkiye arasında bir diyalog başlamışsa da ilişkilerin geliştirilmesi yönünde büyük kazanımlar elde edilememiştir. Ancak 2006'dan sonra yeni bir diyalog süreci başlatılmış ve iki taraf arasındaki ilişkilerin somutlaştırılması hususunda atılan adımlar sıklaştırılmıştır. En son İstanbul Zirvesi'nde görüldüğü üzere Türkçe Konuşan Cumhuriyetler Konseyi'nin kurularak 11 milyon km² gibi bir alanda yaşayan 250 milyon insanın gerçek taleplerinin algılanması hususunda son derece ciddi bir adım atılmıştır. Kuşkusuz önümüzdeki günlerde daha derin işbirliği ve dayanışma hamlelerinin yapılması ve dilsel anlamda yaşanan sıkıntıların ortadan kaldırılması yönünde hükümetlere büyük bir görev düştüğü kadar bu coğrafyanın insanına sorunları doğrudan çözmek üzere diyaloğu hakim kılmak hususunda da büyük bir misyon yüklenmektedir.
Ermenistan'ın politikalarına rağmen Akdamar Kilisesi'nde ayin yapılmasına izin verilmesi ve bizzat Vanlıların ev sahipliği yapmasıyla meyvesini veren etkin politikalar sürdürülmelidir. Özellikle ülkemizin müzmin sorunları arasında yer alan Ermeni meselesi hususunda hükümetimizin hamleleri dikkatle irdelenmelidir. Fakat meselenin çözümünde atılan en önemli adım, Türk diasporasının önemli bir aktör olarak devreye girmesi ve yıllardan beri Ermeni diasporasının lehine terk edilen alanı kamu diplomasisi aracılığıyla doldurmasıdır. Bu anlamda gurbetçi olarak nitelendirdiğimiz vatandaşlarımızın gerek maddi gerekse manevi anlamda örgütlenme yolundaki ilerlemesi yerinde bir yaklaşım olmuştur.
Bu yöndeki kamu diplomasisinin bir adım öteye taşınabilmesi için emekli diplomatların tecrübesinden yararlanılması, daha şeffaf bir dış politika izlenmesi, özellikle bölgesel anlamda başlatılan diyalog girişimlerinin artırılarak sürdürülmesi, başarılı yabancı öğrencilere ayrılan eğitim burslarının artırılması, Lübnan, Filistin, Afganistan, Pakistan gibi ülkelere yapılan insani yardımların devam ettirilmesi, ülkemizin komşu devletlerle yakınlaşması anlamında büyük faydalar sağlayacaktır.
Görüldüğü üzere resmî diplomasinin güç ve itibar kazanması bir ülkenin siyasi rejiminin şekli, medyanın bağımsızlığı ve bilgiye serbestçe ulaşabilmesi ve kullanabilmesi, kamuya dürüst davranma, demokratikleşme ve özgürlükler gibi etkenlere bağlıdır. Aynı şekilde kamu diplomasisinin etkinliğinin de bu unsurlara bağlı olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bu itibarla ülkemiz açısından kamu diplomasisinin yerleşmesi yönünde yapılması gereken öncelikleri:
-Devletin hâkimiyetinin ve kontrolünün bireyin özgürlüğü ve demokratikleşmesi lehine azaltılması,
-Din, ideoloji, mezhep, ırk ayrımı yapmadan hem bölgesel hem de uluslararası alanda stratejiler geliştirilmesi,
-Pasif olan resmî kuruluşların, daha verimli hale getirilmesi için yeni bir çatı altında birleştirilmesi,
-Medyanın diyalog temelli olarak etkili kullanılıp Türkiye'nin kültürel, sosyal ve tarihsel tanıtımı hususunda çaba sarf edilmesi,
-Çağdaş ve modern devletin tanımı, özellikleri ve yeniden yapılandırılması yönünde çalışmalar yapılması,
-Hükümetsiz bir devlet kurulmayacağı gibi halksız bir hükümet olamayacağı fikrinden hareketle bireyin öne çıkarılması şeklinde sıralamak mümkündür.
Söz konusu yazı, TİKA ve TASAM kuruluşları tarafından 21 Eylül 2010 tarihinde düzenlenen "Kamu Diplomasisi Çalıştayı"nda ve "Kamu Diplomasisi Perspektifinde Kalkınma Yardımlarının Analizi" tebliği temel alınarak hazırlanmıştır.
Kaynak: Zaman