Seyfülislam'ın provokasyon kokan konuşmasından sadece birkaç saat sonra, başkent Trablus ve Bingazi sokaklarında toplanan göstericilerin üzerine uçaklarla bomba yağdırılması, oğul Kaddafi'nin ültimatomunda ne denli ciddi olduğunu göstermiştir.

Bu saldırıların nasıl yorumlanacağı yönündeki sorular, 'ülkede kırk yıldan uzun süredir hâkim olan Kaddafi demokrasisinde her şey mümkündür' şeklinde cevaplanabilir.

Seyfülislam, gerek iktidar bünyesinde gerekse siyasi yelpazede herhangi bir resmî sıfata sahip olmamakla birlikte birçok uzmana göre Kaddafi'nin gelecekteki veliahtıdır. "Libya devriminden - Libya Devleti'ne geçiş" tezini savunan, kendini reformist ve yenilikçi olarak tanımlayan oğul Kaddafi'nin, yaşanan olaylar sonrasında, yönetimde oluşan boşluğu doldurmak üzere kameraların karşısına geçerek, gösterilerin devam etmesi durumunda ülkenin altmış yıl önceki gibi kabile savaşlarına, petrol peşindeki emperyal güçlerin oyun sahasına döneceğini belirtmesi; Avrupa'nın, kapı komşusu olan Libya'da İslami bir rejime izin vermeyeceği yönünde tehditler savurması, ülkedeki durumun vahametini ortaya koymaktadır.

Mübarek ve Bin Ali'nin izinden giden Seyfülislam, yaşanan gelişmeleri içeride radikal İslamcıların ve yabancı işçilerin, dışarıda ise bazı Arap ülkeleri ile medyanın komplosu olarak değerlendirmekten geri durmamıştır. Ancak bütün bunların ötesinde Seyfülislam'ın, halkın iç savaş ve bölünme ile ikinci cumhuriyet ve yeni anayasa arasında bir seçim yapmak zorunda olduğu, yönetimin ülkede tek bir kadın ve erkek kalana dek savaşmaktan çekinmeyeceği yönünde tehditler savurması, Libya İnsan Hakları Komitesi gibi iddialı bir kurumun başkanı olan biri açısından oldukça manidardır.

Aslında bozuk saat misali Seyfülislam'ın sözleri arasında doğru olabilecek tek husus, bölgede büyük bir değişimin yaşandığı, herkesin bu rüzgârdan nasipleneceği ve Libya'nın bu süreçten gereken dersi alarak en az hasarla çıkmak zorunda olduğudur. Esasında Muammer Kaddafi, bu sözlerin bilincine 11 Eylül 2001'de varmıştır. Bu dönemden itibaren Saddam Hüseyin'in idamıyla sonuçlanan kaderin bir benzerini yaşamak istemeyen Kaddafi, rüzgâra karşı duramayacağını düşünerek "Batı'ya açılım" adı altında yeni bir dönemi başlatmıştır. Fakat anlaşılan odur ki, ülkesinin sorumlu tutulduğu Pan-Am - Lockerbie faciasından dolayı tazminat ödemeyi kabul etmesi, İtalya'nın işgal döneminde yaşananlardan dolayı özür dilemesi sonrasında bu ülke ile yoğun ticari ilişkilere girmesi, Amerikan yönetimi ile uzlaşarak Washington'ın önde gelen yöneticilerini misafir etmesi dahi Kaddafi rejiminin sallanmasını engelleyememiştir. Nitekim, bütün resmî görevlilerin sessiz kaldığı bir anda Seyfülislam'ın kişisel inisiyatif alarak kendisini ülkenin kurtarıcısı ilan etmesi ve halka karşı kendini bir alternatif olarak sunup post-modern bir darbe söylemini dile getirmesi, yönetimin içinde bulunduğu çıkmazı ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.

Özellikle oğul Kaddafi'nin, babasının 1969'da gerçekleştirdiği darbeden beri ordunun yönetime tam bir sadakatle bağlı olduğu, gelinen noktada güvenlik ve istikrarın sağlanması yönünde ordunun kendisine bir rol biçeceğini vurgulaması ve bağlılığın eksiksiz bir biçimde devam ettiği yönündeki sözlerinin irdelenmesi gerekmektedir. Nitekim halka ateş açmak istemeyen askerlerin silah bırakması, bu yönde beyanlarda bulunan bazı üst düzey subayların ev hapsine alınması, iki albayın halkı bombalama yönündeki emirlere karşı koyarak Malta'ya kaçması ve en önemlisi, emirlere karşı gelen bazı üst rütbeli subayların tasfiye edilmesi, Seyfülislam'ın teşhislerinin doğru olmadığını göstermiştir. Dahası, yönetimin silahlı kuvvetlere alternatif olarak Çad ve Zaire gibi ülkelerden paralı askerler toplayarak bu birlikleri halka karşı şiddet maksatlı kullanması, Kaddafi'nin dahi ordunun bağlılığı konusunda birtakım soru işaretleri taşıdığını göstermiştir.

OĞUL KADDAFİ BATIYA GÖZ KIRPIYOR

Seyfülislam'ın Batı nezdinde sempati kazanmak üzere oynadığı diğer bir kart, ülkenin İslam devletine dönüşeceği yönündeki korkuları kullanmak istemesi olmuştur. Somali ve Afganistan'da böyle bir rejimin yerleşmesini reddeden Avrupa'nın, özellikle sınırdaş olduğu bir ülkede bu tür bir gelişmeyi asla kabullenmeyeceğini iddia eden Seyfülislam, İslamiyet'i korkuluk olarak lanse etmekle, "devrimci Müslüman Kaddafi" yönetiminin bu iddiasında ne denli samimi olduğunu göstermiştir. Asıl acı olan şudur ki; Kaddafi ailesi, sırf koltuk sevdası uğruna, kırk yıl sonra ülkedeki Müslüman grupların gücünün farkına vararak Batı'yı en hassas noktasından yakalamaya çalışmasıdır.

Batı'nın bu ülkeye ilgisinin arkasında Libya'nın petrol zenginliğinin olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Ancak petrol, Seyfülislam'ın iddialı sözlerinde yer aldığı gibi ülkeyi birleştirici bir unsur olarak görülmemelidir. Bu sözlerle, rejimin petrol zenginliğinin üzerine inşa edildiği ve Batı'nın petrol zenginliği olan bir ülkeyi rahat bırakmayacağı yönündeki imaları son derece acı olmasının yanı sıra; ilk defa bölgedeki etkili bir ismin bu itirafı dile getirmesi bakımından da dikkat çekicidir. Bir yandan ülkenin önde gelen "Zviyye" (El Zuveyye) aşiretinin liderinin, ordunun halka saldırılarını sürdürmesi durumunda petrol sahalarına müdahale edeceği ve ihracatı engelleyeceği yönünde ültimatom vermesi diğer yandan üç yıl önce yolsuzluklar yaşandığı gerekçesiyle Kaddafi'nin petrol bakanlığı yetkililerini görevden alarak para musluğunun başına geçmesi, Libya'da durumun ne denli trajikomik olduğunu göstermiştir.

Anlaşılan odur ki; 1969-2011 tarihleri arasında Muammer Kaddafi "Devrimin Lideri, Büyük Cemahiriyenin Önderi, Afrika Kıtası Krallarının Kralı, Müslümanların İmamı" sıfatları ile uğraşmaktan, unvanlarına unvan katmaktan, halkının sosyal problemlerine vakit ayıramamıştır. Bununla beraber domino teorisi çerçevesinde Tunus ve Mısır'dan sonra sıranın Libya'ya geldiği görülmektedir. Kaddafi'nin, tüm manevralarına ve halka karşı uygulamaya çalıştığı havuç sopa politikasına rağmen Arap âleminde yayılan diktatörlüklerden kurtulma kampanyasından payını alması hiç de uzak bir ihtimal değildir. Batı'nın gözüne özellikle son yıllarda sağılacak inek gibi görünen Libya'nın bu statüsü büyük bir tehlike içerisine girmiştir. Nitekim yaşanan gelişmelerden en az zararla çıkmak isteyen Batı'nın yüz yıl önceki kabile haritalarını arşivlerden çıkartması, Kaddafi sonrası dönemde, kendisine en uygun alternatif olarak kabile-ordu merkezli politikaları tercih edeceğini göstermiştir. Kuşkusuz Libya halkı özgürlük ve demokratikleşme mücadelesinde kendisini Mısır ve Tunus halkından daha zorlu bir dönemin beklediğinin farkındadır. Fakat her şeye rağmen Libyalılar, Seyfülislam'ın son kurşun tehdidine karşı özgürlük yolunda son Libyalı kalana kadar savaşacağını göstermiştir.

Kaynak: Zaman