Muhaliflerin temsilcisi konumundaki Libya Geçici Ulusal Konsey Başkanı Mustafa Abdul Celil'in Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'ye askerî ve siyasî desteğinden dolayı teşekkür edip Bingazi'ye davet ettiği ve Fransız lider, bu davete İngiltere Başbakanı David Cameron ile icabet edeceğini açıkladığı sırada Bağdat'taki durum farklıydı.Nitekim Irak'ta bulunan ABD Genelkurmay Başkanı Mike Mullen, "Kaddafi'nin kara birliklerinin imkân ve kabiliyetlerinin yüzde 30-40 civarında etkisiz hale getirildiğini, ancak "savaşın bir çıkmaza doğru gidiyor gibi göründüğünü" ifade ederek ABD, İngiltere ve Fransa'nın izlediği politikaları ve Libya konusundaki tutumları ile ilgili son noktayı koyuyordu.
Dahası bu açıklamaların yapıldığı esnada Amerikalı Cumhuriyetçi senatör John McCain, Bingazi'nin Amerikan bayraklarıyla donatılan sokaklarını ziyaret etmekte ve özgür Libya'nın 'kahramanlarım' diye hitap ettiği muhalif güçlerin eseri olacağını iddia ederek, Geçici Konsey'in uluslararası toplum nezdinde meşru bir siyasî güç olarak tanınması ve her konuda desteklenmesi yönünde beyanlarda bulunuyordu.
Aslında bu üç ülke, Bingazi'de konuşlanan muhaliflere eğitim vermek maksadıyla askerî uzmanlar gönderme kararından sonra Washington yönetimi tarafsız kalmaktan vazgeçerek; önümüzdeki günlerde Libya Geçici Ulusal Konseyi'ni resmî bir muhatap olarak kabul etmesi, operasyonlara insansız uçakları dâhil etmesi ve daha sonra Kaddafi'nin Batı bankalarındaki paralarının bloke edilmesi kararının aksine ve herhangi bir açıklama yapma zarureti görmeden hesaplardaki paraların bir bölümünü muhaliflere aktarması, Batılı devletlerin Libya konusundaki stratejilerinin ne yönde gelişeceğinin bir emaresidir.
Dolayısıyla muhalif güçler ile Kaddafi'ye bağlı silahlı birlikler arasında haftalardır devam eden çatışmalar karşısında gelinen duruma ilişkin bazı tespitlerde bulunmakta fayda vardır: (1) Libya'nın merkezî ordusu bölünmüş, parçalanan ordunun bir bölümü ayaklanan güçlere eğitim ve teçhizat desteği verme kararı alırken diğer bölüm Kaddafi'nin vesayeti altında kalmıştır. (2) Devrim olarak başlayan hareket hem yatay hem de dikey olarak derinleşerek yeni bir boyut kazanmış ve bu durum, dış güçlerin müdahalesinin önünü açmıştır. (3) BM Güvenlik Konseyi'nin Kaddafi'nin hava gücünün devre dışı bırakılmasına ilişkin 1973 sayılı kararının yetersiz kalması karşısında çatışmalar ağırlıklı olarak ülkenin doğusu ve batısı arasında bulunan şehirler etrafında yoğunlaşarak dengeli ve uzun vadeli olarak devam edeceği sinyallerini vermiştir. (4) Başlangıçta Kaddafi'nin hava saldırılarının durdurulmasını, ancak kara harekâtının kendilerine bırakılmasını isteyen muhalif liderler, istediklerini almalarına rağmen başarılı olamamış ve bu kez silah, lojistik ve parasal yardım taleplerini dile getirmeye başlamışlardır. (5) Batı, tavrını açıktan Geçici Ulusal Konsey'den yana koyarak 1973 sayılı kararı ateşkesin sağlanması ve sivillerin korunması amacına hizmet etmek yerine kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayacağını ve kara harekâtının önünü açmaktan çekinmeyeceğini ortaya koymuştur.
İkinci Dünya Harbi esnasında Alman Komutan Rommel ve İngiliz General Montgomery birlikleri arasında Kuzey Afrika'yı kontrol etmek, Mısır yolunu açmak ve bölgedeki petrolü yönetmek maksadıyla yapılan "El Alameyn Muharebesi"nin benzeri ve aynı amaçlara hizmet etmek üzere bu sefer Libyalılar arasında yaşandığını söylemenin abartılı bir yaklaşım olmayacağı kanaatindeyiz.
Kuşkusuz Kaddafi rejiminin muhaliflere karşı orantısız güç kullandığı, kendisine verilen fırsatları kaçırdığı ve ülkenin bugün geldiği durumda büyük pay sahibi olduğu inkâr edilemez. Bununla birlikte Kaddafi'nin kırk yılı aşan iktidarı boyunca elinden bırakmadığı yeşil kitabı Libya halkını ikna etmekten uzak kaldığı gibi yaşanan ayaklanmanın temelinde '3. Teori'nin fantastik yönlerini ortaya koyan bu eser olmuştur. Dolayısıyla Albay Kaddafi'nin ülkesini aile şirketi gibi yönetmekten çekinmemesi, zenginliklerin adil bir biçimde paylaşımı, demokratikleşme ve siyasal katılımcılığa fırsat vermemesinin bugün gelinen durumdaki etkisi yadsınamaz.
Libyalı muhalifler, yeni Libya modelinden söz ederken mevcut durumun Arap âleminden uzaklaştığı, giderek Paris ve Londra merkezli bir yapı haline dönüştüğü kabul edilmesi gereken hususların başında gelmektedir. Libyalı muhalifler, bu durumun aksini kanıtlamak istedikleri takdirde, kendilerine büyük görev düştüğünü ve bunu başarmak için uzun ve çetrefilli bir yoldan geçmek zorunda olduklarını bilmek durumundadırlar. Bunun da ötesinde 19 Mart'ta başlattığı hava müdahalesinden dolayı Sarkozy'yi kahraman olarak gören muhalifler, Paris yönetiminin bu "iyiliği" bir devrime destek vermekten öte, tüm Afrika kıtasına dönük bir politikanın parçası olarak gördüğünü, Libya'daki durumu Çin ve Rusya lehine kaybettiği etkinlik sahası olan bölgeye dönüş için bir fırsat olarak saydığını görmek durumundadır.
Batı medyasında ABD'nin Irak tecrübesinden ders aldığı, Libya konusunda daha temkinli ve titiz davranacağı yorumlarının gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu görülmektedir. Zira ABD'nin Libya'daki politikaları Britanya ve Fransa'nın tekeline bırakmak istemediği anlaşılmıştır. Fakat Batı'nın göz ardı ettiği husus, hava saldırılarının, savaşı sona erdirmekten ziyade, Bosna, Afganistan ve Irak örneklerinde olduğu gibi bu operasyonları kara harekâtı ile devam ettirme ihtiyacı duyup ve ancak bu şekilde "zafere" ulaşabildiğidir. Ancak bu "zaferler" askerî anlamda beklenen sonucu vermişse de gerçek barışı, huzuru, istikrarı tesis etmek bir yana, mevcut sorunların daha da derinleşmesine neden olacağı kuvvetle muhtemeldir.
Türk yardım gemileri Libyalı yaralıları tahliye ettiği esnada, yüzlerce Libyalı muhalif, Türkiye'nin izlediği tutumu eleştirmek üzere Bingazi'deki konsolosluk önünde protesto eylemleri gerçekleştirmiştir. Buna rağmen Ankara, Libya konusunda savaşan taraflarla bire bir diyalog kurularak, derhal ateşkesin sağlanması yönünde harekete geçmesi, dış güçlerin müdahalelerinin engellenmesi, sorunun barışçıl yöntemlerle çözümüne ağırlık verilmesi ve muhalif birliklerin silahlandırılmaması taleplerini savunmuş ve bunun için Libya hükümeti ile görüşmekten çekinmemiştir. Ancak muhalif güçler, Batı'nın çatışmacı tutumundan yana tercihlerini yaparak, yaşanan krizin Batı'nın denetiminde çözülmesinden yana tavır almışlardır.
Sonuç itibarıyla Arapçada yaygın bir şekilde kullanılan ve vurkaç anlamına gelen "kerr-u fer" deyimi Libya'daki durumu özetleyen en iyi benzetmedir. Nitekim Libya'da yaşanan mücadele, Tunus ile başlayan ve Mısır ile devam eden diktatör yönetimlerin devrildiği süreçten farklı olarak başarısız olma riski ile karşı karşıyadır. Bu durumun Kaddafi'nin baskıcı rejimini cesaretlendirmesinden çok daha korkutucu gelişmelere yol açacağı; ulusal birlik ve bütünlüğü bozarak dış güçleri hâkim konuma getireceği gözden uzak tutulmamalıdır.
Kaynak: Zaman