Bugün 12 Haziran 2012. Tam bir yıl geçmiş üzerinden. Bir yıl önce bugün seçimler yapılmıştı. Ak Parti üçüncü kere, hem de oylarını artırarak %50 almış ve güçlenerek iktidarını pekiştirmişti. 12 Eylül 2010 kavşağından sonra bir önemli kavşak daha atlatılmıştı. Halkın çoğunluğu askeri vesayetten kurtulmuş bir ülke istiyordu. Sivilleşme, demokratikleşme ve zenginleşme sürecinin tam gaz ilerlediği bir ülke... Yeni, sivil ve özgürlükçü bir anayasaya sahip bir ülke...
***
Peki ne oldu? Son bir yılda bu umutlar hayata geçebildi mi? Hayaller gerçekleşti mi? Maalesef hayır... Tam bir yıl Ömer Taşpınar'ın yerinde deyimiyle 'Post-Kemalist Kaos dönemi' olarak kayıtlara geçti. Bu dönemin olumlu giden tarafları yok değil elbet. Hakkını verelim: Yaşanan devlet içi kaosa rağmen mali disiplinden ve ekonomik vizyondan taviz vermedi hükümet. İktisadi kalkınma ve büyüme sürecimiz devam etti. Daha çok yatırım, daha çok üretim, daha çok istihdam süreci AB'deki büyük ekonomik krize inat başarıyla devam etti. Ekonomi alanında ilerlememiz devam ediyor...
***
Ancak sivil ve siyasal ilerlemede maalesef 'Stop' tuşuna basmak üzereyiz. Aslında bir yandan manzara güzelleşmedi değil. Askeri vesayet kışlasına çekildi, 2002-2011 döneminde olduğu gibi kükreyen generaller yok. Kışlanın emriyle tuhaf açıklamalar yapan yüksek yargı mensuplarının sesi çıkmıyor. Generallerden aldıkları talimatlarla yazı yazan gazeteciler de marjinalize oldu...
Fakat son bir yılda hiçbir yapısal reform gerçekleştirilemedi. Yeni rejimin geri döndürülemez kurumsal temelleri hiçbir şekilde atılmadı. Anayasal ve hukuksal mevzuat anlamında, yaşanan 'Fiili Durum'u yapısal ve kalıcı hale getirecek bir şey yapılmadı. Peki niçin böyle oldu? Zannediyorum ilk ve en önemli sebep, bir süredir Rasim Ozan'ın ısrarla üstünde durduğu bir çatırdama. Onun 'Büyük Türkiye Koalisyonu' dediği Ak Parti ve Gülen Hareketi arasında ortaya çıkan mesafe. Bu iki güç bugün askeri vesayete karşı yapılan mücadelede yan yana oldular. Ancak maalesef 7 Şubat'ta MİT üzerinden yaşanan vahim kriz testiyi çatlattı. O krizin öncesinde kamuoyuna yansıtılmayan rahatsızlıklar su yüzüne çıktı.
***
Bugün kimse Ak Parti, Gülen Hareketi ve aralarındaki koalisyonu gözardı ederek gerçekçi bir analiz yapamaz. Kimi kalemlerin bu koalisyonun bir tarafına dayanıp öbür tarafına saldırmaları maalesef bu hakikati perdelemekten başka bir işe yaramıyor. Hele bunu kendine 'liberal' diyen kimilerinin yapması... Tek bir tarafa ateş ederek adaleti elden bırakmaları tam bir felaket!
'İşte bakın bize yandaş diyemezsiniz, Başbakan'a en ağır biz yükleniyoruz' görüntüsü vermeye çalışıp koalisyonun öbür tarafında yer alan harekete toz kondurmadıkları gerçeğini kamufle edebileceklerini mi sanıyorlar? Bir de madalyonun diğer tarafına düşenler var... Hükümete hiç eleştiri getirmeyip sürekli dolaylı laflarla Gülen hareketine yüklenenler. Bu pozisyondakiler de 'Bakın biz de polise ve özel yetkili mahkemelere ağır yükleniyoruz' diyerek kendilerince tatmin oluyorlar. Yok aslında birbirlerinden farkları!
***
Bugün hem hükümete hem de cemaate muhalif olanlara saygı duyuyorum. Onları tutarlı buluyorum. Muhaliflik görüntüsünün 'hazzını' yaşamak isteyenler ya dürüstçe ülkeye hakim olan iki koalisyon gücüne eşit mesafede durup, ikisini de ağır eleştirecekler ya da yapıcı tavır alıp bu koalisyonun yeniden inşasını savunacaklar. Hükümetin yanında durup cemaate saldırmak, ya da cemaatin yanında durup hükümete saldırmak saçma. Bugüne kadar hep takdir ettiğim Taraf gazetesi de bu anlamda kendini sorgulamalı... Bakıyorum etraf 7 Şubat vesayet girişiminden hiç bahsetmeden habire hükümete yüklenenler ya da hükümete hiç eleştiri yapmayıp bugüne kadar destekledikleri mahkemeleri şimdi yerden yere vuranlardan geçilmiyor. Kusura bakmasınlar böyle radikal bir dönüşe ve tek gözlülüğe ben saygı duyamam. Türkiye'nin bilinçli demokrat aydınları Post-Kemalist kaos döneminin bitmesi ve düzlüğe çıkması için mücadele etmeli...
Kaynak: Akşam