ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın İran’a karşı aniden yaylım ateşine girişmesi, aslında hiç başlamamış olan temas kurma politikasının sonunu ifade ediyor. Clinton dünyayı Tahran’daki rejimin Batı’yla ciddi görüşmelere karşı olduğu konusunda ikna etmek istiyor. Bu doğru olabilir, fakat işin aslını muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceğiz, çünkü aslında kimse İran’a böyle görüşmeler yapmak doğrultusunda öneride bulunmadı.

Clinton Amerika’nın İran’a yaklaşımını ortaya koyarken, ülkenin dış politikasının George W. Bush yönetiminin son yıllarından bu yana ne kadar az değiştiğini de göstermiş oldu. Başkan Bush’un meşhur sözleri hâlâ hatırlarda: Kendisi, dost olmayan rejimlerle müzakere yapmayacağını çünkü ‘kötü davranışı ödüllendirmek’ istemediğini söylemişti. İran gibi ülkelerin müzakerelerin sonucu olarak değil, müzakere kapısını açmanın önkoşulu mahiyetinde kendi başlarına tutum değiştirmesini istiyordu eski başkan.

Clinton da aynı fikri benimsiyor. İran daha tehditkâr hale gelirken ve nükleer dönüm noktasına yaklaşırken, diplomatik temasın daha da aciliyet kazandığı düşüncesini reddediyor. Bunun yerine, aksi yöndeki görüşü takip ediyor ve şunu söylüyor: “Onlar atom bombalarını yaparken, temas kuran bir durumda olmak istemiyoruz.”

İran’da giderek bölünmüş hale gelen rejimin ciddi bir müzakere önerisine karşılık verip vermeyeceği veya buna gücü olup olmadığı son derece belirsiz. Bununla birlikte açık olan şu: İran rejimine bu seçenek sunulmuş değil. Barack Obama yönetimi selefi gibi, sadece tek bir meseleyi müzakere etmek istediğini açıkça ifade ediyor: İran’ın nükleer programını frenlemek. Ancak hiçbir ülke hasmının seçip ayırdığı tek bir meseleyi müzakere etmeyi ve kendisine aynı derecede acil addettiği diğer meseleleri masaya koyma şansı tanınmamasını kabul etmez.

Daha umut vaat eden yaklaşım, İran’a ABD başkanı Richard Nixon’ın 35 yıl önce Çin’e söylediği şeyi söylemek olacaktır: Şikâyetlerimizin hepsini dinlemeyi kabul ederseniz, biz de sizin şikâyetlerinizin hepsini dinleriz. Clinton ABD’nin böyle bir öneride bulunmayacağını açıkça ortaya koydu. Bunun yerine Amerika’nın on yıllardır süren İran politikasına sarılıyor: Taleplerde bulun, tehdit et, baskı yap, yaptırım uygula, tecrit etmeye çalış ve tanımı müphem bazı olumlu sonuçlar elde etmeyi bekle.

Amerika’nın en deneyimli diplomatlarından bazıları, İran’la ne tür bir ‘büyük pazarlık’ yapabileceklerini anlamak için kendilerine şans verilmesini istiyor. İdeal olanı nükleer programı frenlemek, demokratik idealleri savundukları için zulüm gören cesur İranlıların bir miktar korunması için garanti almak ve İran’a, onu tecritten çıkmaya ve Ortadoğu’da yeni bir güvenlik yapısının zeminini oluşturmaya özendirebilecek güvenlik garantileri vermek olurdu.

ABD’yse tam tersine, savaş tehditleri savurma tavrına döndü. Bu tavır İsrail’i, Washington’daki savaş şahinlerini ve Suudi Arabistan gibi sözüm ona Amerikan müttefiklerini memnun ediyor. Ama hepsinden çok, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ve onun Tahran’daki gerici yoldaşlarını memnun ediyor.

Çatışmak için can atıyorlar ve ABD’yi ülkelerine saldırmaya ayartabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Etkili olduğu kadar tehlikeli bir strateji gibi. (New York Times’ın eski Ortadoğu büro şefi, 16 Şubat 2010)

Kaynak: Radikal