ABDTemsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermenilerin 1915’te öldürülmesinin soykırım olduğuna karar vermesi, eğer modern tarihin her büyük acımasızlığını gözden geçirmeye yönelik ciddi bir tarihsel çabanın parçası olsaydı, kabul edilir ve hatta övgüye layık görülebilirdi.

Fakat eleştirmek için 20. yüzyılın bütün katilleri arasından sadece Türklerin seçilmesi epey farklı bir durum. Bu oylama duyguların ve etnik lobiciliğin zaferi olduğu gibi, ABD’nin dünyanın ahlâki hakemi rolünü oynama yönündeki dürtüsünün de bir başka örneğiydi.

Tasarı şimdi Temsilciler Meclisi’ne gidecek. Paralı siyasetin baskısının yanı sıra, Başkan Obama’nın selefleri Bush’un ve Clinton’ın aksine bu meselede Kongre üzerine ağırlığını koymak istememesi veya bunu yapamaması göz önünde bulundurulduğunda, tasarı mecliste kabul edilebilir. Böyle bir durum Türkiye’de büyük bir öfkeyi tetikleyecektir ve ikili ilişkileri, tam da Washington’ın güçlendirmeye ihtiyaç duyduğu bir zamanda zayıflatabilir.

Kongre’nin işi bu değil
Türkiye son birkaç yılda Ortadoğu’da ve ötesinde yeni ve iddialı bir rol üstlendi. ABD’nin gidemediği yerlere gidebiliyor, konuşamadığı gruplarla konuşabiliyor, kotaramadığı anlaşmaları kotarabiliyor. Bununla birlikte, Batılı değerlere ve stratejik hedeflere de hâlâ bağlı. ABD’yi bölgenin aldatıcı çölleri-nin, steplerinin ve dağlarının arasından sıyırmak noktasında başka hiçbir ülke Türkiye kadar donanımlı değil.

Ahlâki bir beyanda bulunmak bunların hepsini riske atmaya değer mi? Belki. Fakat bu hafta Washington’dan çıkan şey haksızlığa karşı dürüst bir öfke değildi. Kongre üyelerini, Ermeni-Amerikalı seçmenleriin gücü de dahil olmak üzere çeşitli faktörler etkilemiş olabilir. Fakat pek azının tarihsel kanıtları tartmaya vakit ayırdığını ve Osmanlı’nın acımasızlığını 20. yüzyıldaki diğer katliamlar bağlamına oturtmaya çalıştığını düşünmek yanlış olmayacaktır.

1915’teki cinayetleri soykırım diye nitelendirip nitelendirmemeyi gözden geçirirken Kongre iki soruyla yüz yüze bulunuyor. İlki o basit tarihsel soru: Soykırım mıydı, değil miydi? Fakat ardından aynı dere-cede can sıkıcı olan ikinci soru geliyor: Uzun yıllar önce meydana gelen olaylar hakkında hassas yargılamalarda bulun-mak Kongre’nin sorumluluğu mudur? İlk soru tartışmalı, ikincisiyse değil.

Kongre kapsamlı tarihsel yargılarda bulunmak için ne kapasiteye, ne de ahlâki otoriteye sahip. Modern tarihin diğer katliamlarını (Britanyalıların 1950’lerde Kenya’da yaptığı ve 2006 Pulitzer Ödülü’nü kazanan bir çalış-mayla belgelenen katliama ne demeli?) samimiyetle soruşturana ve bizzat ABD tarihinde yaşanmış soykırımı andıran olaylarla yüzleşene kadar da o otoriteye sahip olmayacak. Bunları yapmak da hem muazzam miktarda, hem de büyük ölçüde yararsız çabalar gerektirir. Kongre, varlık sebebinin dünyaya fetvalar dayatmak olmadığının farkına varsa daha akıllıca davranmış olur.

Dış politikada duyguya yer yok
Bu oylama çok sayıda Türk’ü öfkelendirmesi nedeniyle ABD-Türkiye ilişkilerine şimdiden zarar verdi. tasarı Kongre’den geçerse daha da çok zarar verecek. Bu içler acısı bir durum, zira ABD-Türkiye ilişkilerinin bozulması hem her iki ülke, hem de bölgesel istikrar açısından kötü olur. Oylamanın, Türkiye’yle Ermenistan arasındaki hassas uzlaşmaya zarar verme tehlikesini içermesi de aynı derecede kötü bir durum.

Bu olay, diplomasinin her zaman geçerli olan hakikatlarından birini özetliyor. Duygu, güçlü bir dış politikanın düşmanıdır; uzun vadeli çıkarları sakin bir kafayla ele almak her zaman daha akılcıdır. Kongre bunu anlamaktan çok uzak görünüyor. (New York Times’ın eski Ortadoğu büro şefi, 5 Mart 2010)

Kaynak: Radikal