Fi tarihinde bir radyo programında, sesinden hayli güngörmüş, feleğin çemberinden geçmiş olduğunu tahmin ettiğim, ağır edalı bir gazetecinin ağzından şu sözleri dinlemiştim; ‘Gazeteler de insanlar gibidir. Doğar, yaşar ve ölürler. Hayattayken insanların yaptığı gibi konuşur, düşünür ve tartışırlar. İnsanlar gibi mutlu zamanları da olur, mutsuzluktan dibe vurdukları anlar da. Hatta insanlar gibi hastalığa yakalandıkları da bilinen bir vakıadır’.
 Bu tespitin bir tezahürü olsa gerek, ne zaman Türkiye’nin zor dönemlerden geçtiğine şahit olsam, takındığı tutum açısından Milliyet’in yakalandığı hastalıklardan dolayı ateşinin yükseldiğini, sancılar ve acılar içinde kıvrandığını düşünürüm. Çünkü ülke hassas bir yola girip, derin izler bırakacak bir süreçten geçmeye başladığında, Milliyet’in ‘anti demokrasi nöbetleri’ tutar. Havale geçiren bir çocuk gibi, olduğu yerde titreyip çırpınmaya başlar. Sanki yaşanan gelişmeler az pişmiş bir aş olup, Milliyet’in midesine iner de gazete, hazımsızlık ve karın ağrılarından dolayı kendinden geçip sayıklamaya başlar. Eh yaşını başını almış bir gazetedir, bu yüzden bu tür ‘anti demokrasi nöbetleri’ geçirmek onu canından etmez. Ama yine de çektiği acılar karşısında, sayfalarından yansıyan, internet sitesinde yayınlanan malzemeler onun bu tür durumlar da ne denli ızdıraplar çektiğini ayan beyan ortaya koyuyor.

Şimdi filmi başa sarıp Milliyet’in acılarını depreştirecek, çektiği sıkıntıları anlatıp hastalığı boyunca ne tür kötü durumlara düştüğünü bir bir sayacak değilim. Bu işi Taha Kıvanç hakkıyla yapıyor zaten. Ama özellikle son zamanlarda, ülkenin ciddi çalkantılar içinde olduğu gerçeğini göz önünde bulunduracak olursak, bu süreçte ateşi tavan yapan ve karın ağrılarından duyduğu elemle kendisinden geçen gazetenin durumu üzerine birkaç şey söylemek farz-ı ayn oluyor. Ağrı kesici niyetine kullandığı ‘sivilcilik oyunu oynayan mitingleri’ düşünecek olursak gazetenin bu hastalıkla mücadelesinde kullandığı yanlış ilaçlara da değinmenin faydalı olacağını düşünüyorum.
 Milliyet Gazetesi, tıpkı 2002 genel seçimleri öncesinde olduğu gibi, milli irade sendromuna yakalanmış durumda. İktidarın 4,5 yıllık icraatı süresince canını dişine takıp türlü dolaplar çeviren gazete kıyıda köşede saklanmış mevzuları ısıtıp ısıtıp okurlarına servis yaptı. Gâh başörtülü öğrencileri, devlet memurlarını ve bürokrat eşlerini fişletti, gâh Kur’an Kursu adreslerini, sakallı işçilerin çalıştığı kurumları tefe koyup çaldı. Kimi zaman masa başında yoğun bir işçilikle vücuda getirdiği asparagas haberleri, kimi zamanda (bazılarını tenzih ediyorum) yazarları aracılığıyla bulduğu küçücük bir iktidar firesi ile günlerce haftalarca avunup durdu. Ülkeyi içerde ve dışarıda hayati bir biçimde ilgilendiren en hassas gelişmelerde bile hastalığının etkisi ile ayrıntılara saplanıp kaldı. Dünya medyası olayların uluslar arası boyutunu tartışırken, yüksek ateşli Milliyet kronikleşmiş hastalıklarının tetiklediği tavırlarıyla kılla, tüyle uğraşmaya devam etti.

 Son aylarda ülkenin zor dönemlerden geçtiği herkesin malumu. Bir yıl öncesinden başlayan sancılı bir cumhurbaşkanlığı süreci yaşadık. Önce gecenin bir yarısı bir bildiri yayınlandı ve ülkenin demokrasi süreci bu açıklamayla ağır bir yara aldı. Ardından çeşitli odakların yoğun gayretleriyle, hukuk takla attırılarak en temel yasalar bile hiçe sayıldı ve iktidarın demokratik hakkı elinden alındı. Sonrası malum; Cumhurbaşkanlığı seçimi çıkmaza girdi.

Aranızda kaç kişi bu süreçte Milliyet’in sayfalarını karıştırdı ya da internet sitesini takip edebildi, bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki, o da ‘can çıkar huy çıkmaz’ deyişi ile Milliyet’in tavırları arasındaki sağlam bağdı. Çünkü Milliyet, krizin daha ilk gününden başlayarak olayı nasıl provoke edebileceğini ve toz duman arasından nasıl karlı çıkabileceğinin hesabını yapmaya çalıştı. Komik ve hatta acınacak durumlara düştü ama bayrağı yere düşürmedi. Başta AB olmak üzere Türkiye’yi yakından takip eden çevreler ve Türkiye’nin önde gelen kurumlarından tam not alan hükümetin cumhurbaşkanı adayını ilk başta serinkanlılıkla karşılayan Milliyet, hemen ertesi günden itibaren yükselen ateş ve hazımsızlık ağrıları ile aslına rücu etti yeniden. Gece yarısı okuduğu bildirinin de etkisiyle şöyle bir silkinip, daldığı gafletten uyandı ve topu tüfeği kuşanarak dört bir koldan taarruza geçti. Yıllardır hükümet karşıtlığı ile ön plana çıkan kadim yazarı Hasan Cemal her ne kadar ‘etmeyin, eylemeyin’ babından yazılar döktürse de, ateş başa vurmuştu bir kere. Peki, ne yaptı Milliyet?

Gazete yayınları hükümet karşıtı çizgisini iyiden iyiye kalınlaştırdı.
Demokratik süreci sabote eden bazı odaklara sayfalarını seferber etti.

Anti demokratik talepleri meşru birer arayışmış gibi eğip bükerek okurlarının zihnine taşıdı.

Haklar ve hürriyetler konusunda hassas olan kesimleri taşa tuttu, anti demokratik uygulama ve söylemleri boyayarak okuyucularına satmaya çalıştı.

İlk sayfası ayrı şeyler, içerdeki sayfaları ayrı şeyler söyledi.

Geleneğini sürdürüp deveyi pire, pireyi develikle onurlandırdı.

Elbette burada uzunca sayamayacağım daha birçok hastalık belirtileri sergiledi Milliyet. Gazetede yaptıklarına ek olarak, internet adresinde de aynı marazlı tavırları yansıttı. Son dakika haberlerini o denli kışkırtıcı, tahrik edici başlıklarla verdi ki, görenleri hayrete düşüren manipülasyonlara imza attı. CHP ve çeşitli sol örgütlerin organize ettiği, partilerin para karşılığı ikna ettiği, kolundan tutup getirdiği, yazı göndererek baskı sonucu topladığı, otobüslerle alıp, otobüslerle evlerine bıraktığı ve az bir kısmının da normal koşullarla gelen vatandaşlardan oluştuğu Cumhuriyet Mitinglerini o denli gündemde tutu ki, zaman zaman sol tandanslı okurlarından bile tepki topladı. Mitinglere katılanların sayısını kimi zaman on binler yaptı, tatmin olmadı yüz binlere, ardından da gelen yoğun istekler üzerine milyonlara çıkardı. Her hallerinden hangi partiye mensup oldukları ve bağıra bağıra seslendirdikleri sol söylemlere rağmen, Milliyet katılımcıları ‘her kesimden’ ve ‘her düşünceden’ kalabalıklara dönüştürdü. ‘Halk sol’a birleşin çağrısı yaptı’ babından başlıkları, Türkiye’nin yüzde 80’i sağ kesimden oluşuyor notlarını bırakan okuyucuları tarafından tebessümle karşılandı. Politik duruşu ne olursa olsun, asla büyük mitinglerin gerçekleşmediği bir kent olan Erzurum’da, on binlerce insanı bir araya toplayan Başbakan’ın mitingi ‘tek bir satırla bile’ Milliyet’in sitesinde yer almadı. Ertesi günkü gazetede ise ‘parti, üyelerini otobüslerle mitinge taşıdı’ gibi kendisini okuyucu nezdinde komik duruma düşüren bir tavır sergiledi.

Bu ve buna benzer daha nice haber ve yorumlardan anlaşıldığı gibi, Türkiye’nin son günlerde yaşadığı karışık ve yoğun günler, Milliyet’in hastalığını depreştirdi. Gazete şimdi yükselen ateş ve süregelen karın ağrılarının etkisiyle sayıklamayı sürdürüyor. Bu hastalığın tamamen ortadan kalkmasını beklemek safdilliktir. Ancak en büyük arzum beklenen zamanın bir an önce gelmesi ve Milliyet’in ağrılarını az da olsa uyuşturacak sandıkların açılmasıdır. Her ne kadar sandıkların açılmasından sonra ‘sokaklara dökülüp, sol’a birleşin diyen sağcılar’ sandıktan çıkmayacak ve Milliyet yeniden ‘demokrasi nöbeti’ geçirmeye başlayacaksa da, en azından gazete kısa süreli şokun etkisiyle az da olsa acılarından kopmuş olacaktır. Ne demiş halk ozanı; “Durmaz, göçer can bedenden/Kârdır rüya, can efendim…”