Kısa bir süre önce yazdığı makaleyi benimle paylaşan bir arkadaşım, uzun süre belleğimden silinmeyecek bir anektoda yer vermiş yazısında.
Anlatıldığına göre, bir grup Fransız arkeolog Afrika ülkelerinden birine çalışmaya gider. Kazı yaptıktan sonra, yerli halktan kendilerine yardımcı olan birkaç kişiyle birlikte bir başka kazı bölgesine doğru aceleyle yürümeye başlarlar. Yolun bir yerinde durup geriye bakan Fransız arkeologlar yanlarındaki yerlilerin yolun orta yerinde çakılıp kaldıklarını görürler. Anlam veremedikleri bu durumu çözmek için yerlilerin yanına gidip neden aniden yolda durup beklediklerini sorarlar. Yerlilerin verdikleri cevap Fransızları derinden etkiler:
'Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kaldı…'
***
Farkında mısınız bilemiyorum, toplum olarak hızla tüccarlaşıyoruz. Bizi biz yapan, varlığımıza anlam katan birçok değerin ilginç bir şekilde ticaret objesine dönüştüğüne şahit oluyoruz. Bu gidişat o kadar hızlı ve yaygın bir boyuta ulaştı ki, artık birçok ilişkimizde olduğu gibi, yaşam biçimimizin neredeyse tamamında müşteri memnuniyetini esas alan birer tüccara dönüştük. Üstelik bu durum kârlı olduğu kadar çekici bir hale de gelmeye başladı. Borsa coşuyor, YTL rekora koşuyor. Ama ruhlarımız geride kalıyor.
İşte size birkaç örnek;
Kutsal görevini ifa etmek için Hacca gidip gelen akraba veya dostlarımızı ziyaretimizde yoğun bir manevi hazla içtiğimiz Kevser suyu çeşitli girişimci (neye girişiyorlarsa) firmalar tarafından satışa sunulmuş. Bildiğim kadarıyla dinen satılması haram olan bu kutsal suyun satışa çıkarılması ruhumuza sinen ticari hırsın boyutlarını göstermesi bakımından ibret verici bir örnek olsa gerek. Ama sıkı durun, olay burada bitmiyor. Çünkü iddialara göre bazı firmalar işe daha da eksantrik bir boyut kazandırmaya çalışmış olacaklar ki, bu suyun bir de sahtesini üretip satmaya kalkışmışlar. Gelinen nokta yoruma ihtiyaç bırakmıyor.
***
Ramazan ayı içerisinde gündüz faaliyetlerine ara vermeyen lokanta ve restoranlara hemen hepimiz eskisinden çok rastlıyoruz. Geçmişe nazaran büyük bir gönül rahatlığıyla (yanılıyor muyum) faaliyetlerini sürdüren bu işletmeler, sakallı ve nur yüzlü, vakit namazlarında muhakkak kasayı terk eden işletme sahiplerince oruç tutmayanlara büyük bir ticaret aşkıyla, hizmet veriyor. Camekânda dönen kuzular, pişen mis gibi çorbalar, kaynayan tencerelerden tüten buharlar caddede akan binlerce insanın oruçlu nefislerini kışkırta dursun, hizmet aşkıyla yanıp tutuşan ticarethane sahipleri elde edecekleri kazancı düşünüp işlerine bakıyorlar (işlerine kelimesine hasetsen dikkat).
Olay burada bitmiyor elbette. Bu ticarethaneler Ramazan ayı içerisinde buldukları 'manevi' fırsatları da kâra dönüştürmekten geri durmuyor. Söz gelimi 'iftar saatlerinde açığız', 'sahurda da bekleriz' gibi yazıları sizler de okumuşsunuzdur. Özellikle pastane niteliği taşıyan iş yerlerinin büyük bir avantajı da, 'en en en mübarek gecemiz' olan Kadir Gecesi'nde kapının önüne konan masaya dizili sıra sıra kandil simitlerinin gördüğü ilgi olsa gerek. (Bir de can simidi vardı değil mi?)
Eh, Kandiliniz mübarek olsun bari.
***
Bin bir umutla kapıları aşındırılan türbeler, yatırlar (yatırımlar) aynı zamanda birer ekmek kapısı haline gelmiş. Sadece Ramazanlarda değil, özel gün ve gecelerde de seyyar satıcılar ve mahalle esnafının ciddi bir gelir kaynağı olan bu 'manevi' yerler, kalplerle birlikte cepleri de ısıtıyor (İnanç turizmi miydi neydi). İki dakika duvar dibinde ağlayıp rahatlayan hanım teyzeler, yaşı geçkin amcalar ve örtüsüne bir türlü alışamayıp çekiştiren modern genç kızlar, ekmek kapısının vazgeçilmez müşterileri oluyor. Soğuk su, tuzlu ayran, kâğıt mendil, simit, tespih, namaz hocası (akıl hocası), 41 Yasin, bozuk paralar, 'üstü kalsın'lar, sevabına hanım ablalar, bilmem kaç milyona Kur'an okuyan gencecik hafızlar…
Allah bereket versin. Bugün de ….
***
Dindarlar sosyal hayata entegre oldukça yeni piyasa koşulları oluşuyor demişti bir sosyolog. Birinci sınıf tatil beldelerinde, beş yıldızlı tesettürlü oteller (ohh, bizim de var), haşemalı görevliler, yıldızlı geceler, debdebeli kutlanan kandiller, bayramlar. Uygun ödeme koşulları ile dini hassasiyetlere hassas hizmetler veren işletmeciler, ailecek bekliyor bizi. Kocamaaann mescitlerimiz, ilahi okuyan artizlerimiz, dilerseniz alt katta fitness ve masaj salonlarımız (korkmayın, hanımlara hanım, erkeklere de erkek görevliler hizmet veriyor), lüks arabalarınızı park edebileceğiniz muntazam imkânlarımız da cabası. (Bizim öbürlerinden ne eksiğimiz var?)
***
Örnekler burada anlatılmayacak kadar çok. Ama kimse kızmasın, hasımane değil, halisane değiniler bunlar. Aynı geminin içindeyiz madem, gittiğimiz yerle/yönle ilgili kaygılarımdır bunlar.
Bize anlam katan değerlerimiz azaldıkça azaldı. Ve bana kalırsa ruhlarımız çok gerilerde kaldı.