Şimdi ben oturup, bir sinema eleştirisi yazacaktım.  

'Bak Hasan abi' diyecektim. 'Gazeteler senin yeni filmin hakkında garip şeyler yazıyor. Televizyonlarda acayip muhabbetler var filminle ilgili. Yok, cinler seti basmış, yok iyi saatte olsunlar şuna buna sataşmış filan… Dikkat et' diyecektim. 'Onca emek verdin, Dabbe'yle iyi bir çıkış yaptın. Devamını getireceksin, iyi hoş. Ama sevgili abicim, böyle dedikodular yayarak bu çıkmaz sokağı zorlayamazsın. Medyada adım duyulsun da, gişe yapayım, bakarız çaresine diyen niceleri ziyan oldu gitti. Umut bağlayanlar var sana, en azından benim umudum var senden yana. Aman gözünü seveyim, Semmum'u günübirlik zevkler peşinde koşan medyaya ikindi çayı niyetine harcatma.'

Onca zamandır dünyanın gailesinden bir türlü sıyrılıp uzanamadım bilgisayarımın klavyesine. Nicedir aklımda devinip duran şeyleri sevgili okuyucularımla paylaşma fırsatı bulamadım. Tam oturup Hasan abiye vaveylalar edecektim ki, Ramazan geldi. 

Hani o bildik hoş geldi, sefalar getirdi girizgâhlarına girmeyeceğim hiç. Hem girenler oldu bu bahse, hem de hoşluktan çok nahoşluktan söz açılır diye kaygılanır dururum. Hayır, elbette ki nahoşluk onda değil, geldiği mekânda, yani bizlerde. Ben yine de kendimi tutamayıp, bu rahmet ve bereket iklimine aykırı düşen birkaç noktaya değinmeden edemeyeceğim.

Sinema mevzuları daha sonra… Çünkü Ramazan geldi.  

***

Sevgili Kanal7 yöneticileri, hepsi birbirinden değerli idareci ağabeylerim; affınıza sığınaraktan sormak isterim; koskocaman televizyonunuzda Şebnem Kısaparmak hanımefendiden gayrı, eli yüzü düzgün, lisanı bütün bir ben-i âdem yok muydu? Hayır, lafım yok hanımefendinin şahsına. Velâkin günün 24 saati, otuz iki kısım tekmili birden çekilmiyor hani! Abartı gelmesin size amma bu gidişle koca kanal bu hanımın sırtında dönüyor zehabına kapılacak millet. Olur ya, hakikaten başkası yoksa televizyon bölümlerinden mezun binlerce genç, yetenekli işsizimiz var. Kendilerini ispatlamış nice ağabeylerimize tenezzül etmediniz madem… 

***

Sevgili Yrd. Doç. Dr. Mustafa Karataş ve Ömer Döngeloğlu hocalarımız. İftar saatlerinde televizyonları başında sizleri seyreden yurdum insanı, ettiğiniz dualara hep bir ağızdan, aynı şevkle âmin derler. İtirazım yok buna. Ne ki, şu iftar veya imsak vaktine 2,5 dakika kala, bir hışımla sahnenin ortasına fırlayıp, hariçten ettiğiniz dualarla bir alıp veremediğim var. Hâşâ, dua kulun, icabet Allah'ındır. Fakat demem o ki, gözleriniz yönetmene gidip gelirken, ha gayret hocam, az daha uzatıver duayı, şu programımız selamete ersin modunda pek bir eğreti duruyorsunuz. Dua, kul ile Allah arasında incecik bir perde. Günahta saplanıp kalmakla, cehennemden azad olmak aynı yerde. Amma şu program hesaplarını hiç bulaştırmasak bu kutsi ayine? Bıraksak kaç karın ağrısı dakika varsa, aksa gitse, biz cemaatten aynı dil ve aynı yürekle dalsak niyaza? Sırf dakika tamamına ersin diye duaların canına okumasak? Ne dersiniz, fena mı olur? 

***

Mahyalarımızı bir bir ışıklandıran, 3. sınıf şair (diyenlerin yalancısıyım) Sunay Akın ağabey… İslami konularda pek bir şahin kesilen TV8'e transferinizden memnun olanlar var. Sultanahmet mekânında tanıdık zevatları karşınıza alıp ince muhabbetlere dalıyorsunuz, pek güzel. Yüzünüz gibi ses tonunuzun da bir sıcaklığı var. Ama şu kendisi Ramazan'ın içinde, ama ruhu Ramazan'a 2 ay mesafeden bakan sohbetlerinizden ne alacağız, kestiremedik doğrusu. Lütfeyleyip, program sonrasında 'Ramazan hediyesi niyetine' diye bir ikramda bulunmasanız, oyuncak marketinizin avlusunda bir ahbap şekerlemesindesiniz sanacağız. Oldu olacak arada sırada oruçlara kabul, dualara makbul deyiverin de, seyirciler Ramazan için program yapıyor duygusuna vasıl oluversinler.

***

Pazar günlerinin en çok seyredilen Show programının şahsiyetten bihaber şovmeni. Mukaddes ayın aziz hatırasına en büyük saygısızlığı yapanlardan biri olduğun, yine bu saygısızlığı, olmayan ahlakının yerine kiralamaktan usanmadığın gün gibi ortada. Bu mübarek akşamlarda yaptığın çirkef konuşmalara, dansöz oynatmalara söyleyecek laf bulamıyorum. Bilsem ki seni tarif edecek bir kelime var, bilsem ki düştüğün kuyulardan sana gelecek bir ses var, bilsem ki süründüğün zeminde göreceğin bir çıkar yol var, sana değil ama insana olan merhametimden esirgemezdim senden. Ne benim bundan bir ümidim, ne de sesimin sana ulaşma şansı var. Olsun, sesimin ulaşabileceği yerlere kadar, iyi şeylere olan saygımdan kaynaklanan bir ahla, ya en büyük arınmalardan birini, ya da düşmenin ve sürünmenin katbekat beterini diliyorum. 

***

Yılın 365 gününü televizyon ekranlarını çamurlamakla meşgul olan magazin dünyasının mutlu köleleri. Alem mekanlarında düzenlediğiniz iftar sofralarından daha fazla yüzünüzdeki makyaj ve yapmacık huzurunuzla mide bulandırıyorsunuz. Çatallı dekolteleriniz, ruhlarınız kadar kısa minileriniz, gözlerinizden belli olan boş ve afakî dilekleriniz kaç Ramazanla silinir, bilinmez. Toplumun bağrına çaldığınız kara lekeler kaç iftar davetiyle geçer, tahmin edilmez. İftar sonrası yaptığınız vur patlasın, çal oynasın eğlenceleriniz, Segâh, Hicazkâr, Neva makamlarınız, sofra üstü dedikodularınız, kendisi gibi fikirleri de şaşı rehberleriniz hangi yolun yolcusu olduğunuzu ayan beyan gösteriyor aslında. Ama düşünmeden edemiyor insan; çürümüşlük ve kokuşmuşluğumuzun mu yoksa kanayan vicdanımızın mı resmi, yüzleriniz? 

***

Kıblesi oynayan bazı medya organları, namazı nereye doğru kılar? 

Duaları kabul olsun diye, hangi yöne doğru yönelirler? 

Oruç Baba çarpar mı?  

Sultanahmet paklar mı?  

Sakal-ı Şerif saklar mı? 

Eyüp Sultan aklar mı? 

Sanmam… Onların ruhu ancak teneşirde… 

***

Eli yüzü düzgün iftar programları, düzeyli yayınlar için teşekkürler STV ve TRT.