Çatık kaşları ve tehditkâr bakışlarıyla tahtada birbirine girmiş onlarca rakamdan anlamlı formüller üretmeye çalışan Fizik hocamız (Allah selamet versin) ‘fizik çok keyifli bir derstir. Keyif almaya çalışın’ derdi. Oysa ben Fizik’in keyiften uzak bir ders olduğuna en çok o yıllarımda inanmıştım. Tıpkı okuduğum okuldaki öğrencilerin neredeyse tamamının inandığı gibi. Çünkü bizde Fizik hocası demek, ‘beşkardeş geliyor’ demekti.

 

Elbette ki her hoca dersini sevdirmeme konusunda Fizik hocamız kadar başarılı olamıyor. Bilakis birçok hoca, şahsına yönelik sempatiyi bilgi aktarımında bir avantaj olarak kullanıp, bilgi-birey ilişkisini en üst düzeyde zenginleştirebiliyor. Akademik bir konu açıldığında ‘el aman’ moduna giren birçok insanın, en üst perdeden akademik tartışmaları ağzı açık bir hayranlıkla dinlediğini/okuduğunu bilirim. Bilgi düzeyi ne kadar düşük olursa olsun, anlattığı/aktardığı şeyi keyifli hale getirebilen bir hocanın anlattıklarına kulak tıkayacak birilerinin olabileceğini hayal bile edemiyorum.

 

İşte böyle bir anlayışla yoğurduğu bilgilerini okuyucularıyla paylaşan Doç. Dr. Kemal Sayar, kaleme aldığı kitapları, yazıları; yaptığı konuşmaları ile sosyolojiyi, psikolojiyi, felsefeyi ve hatta bu dalların kendi aralarında dönüp dolaşan bilgi trafiğini bile birçok yaştan muhatabına sevdirerek aktarabiliyor. Timaş Yayınları arasından çıkan ‘Yavaşla’ isimli çalışmasını, birçok kez farklı yaş ve mesleklerdeki insanların elinde görünce bu tespitime olan inancım daha bir pekişti.

 

Genç bir akademisyen olan Doç Dr. Kemal Sayar, akademik kariyerinin yanı sıra, edebi kalemiyle de büyük beğeni topluyor. Çünkü anlattığı şeyler kadar, anlatış üslubu da büyük bir keyif kaynağı oluyor. Sayar, yukarıda sözünü ettiğim ve sokakta görmeye alışık olmaya başladığım son çalışması ‘Yavaşla’da modern hayatın birey üzerinde kurduğu tahakkümü tartışıyor. Kentleşme ve kentleşme sürecinin toplumda meydana getirdiği çarpık yaşam ve algılama biçimlerini anlatan Sayar, çağın topluma ve bireye ‘daha hızlı olmalısın’ fikrini dayattığını söylüyor. Modern hayatın akıl almaz hızına karşın, bireyin bütün kültürel ve manevi değerlerini koruması için yavaşlaması gerektiğine dikkat çekiyor Kemal Sayar ve okuyucularına bazı telkinlerde bulunuyor. İşte o telkinlerden kısa bir alıntı;

 

“Hız uyuşturuyor. Artık her yerde ve hiçbir yerdeyiz. Orada ama buradayız. Dostumuzla sohbetteyiz ama telefonun veya sohbet ağının ucundayız. Aslında bütün varlığımızla bir yerde değiliz, parça parça orada ve buradayız. Anlaşmak için zaman gerekir, zaman ve mekân. Konuşmanın yanında susmak da gerekir, birbirinin söylediğine dikkat kesilebilmek kalbini dostunun kalbine yaklaştırmak gerekir. İnsana ve gerçek hayata ayrılan zaman azaldıkça yabancılaşma çoğalıyor. Gerçek hayattan ayrışan bilinç, sanal ses ve sanal sohbetle uyuşuyor…

 

İnternet ve cep telefonlarıyla kişisel zaman kavramımız buharlaşıyor, özel alanlarımız daralıyor; bütünlük duygusundan uzaklaşarak parçalara ayrılıyoruz. Çok sayıda insanla, daha geçici ve sığ ilişkiler kuruyoruz. Zamanın hızlanması, yavaşlık ve dikkat isteyen uğraşları rafa kaldırıyor. Çocuklarla ve eşle, sadece onların istekleri gözetilerek geçirilen zaman, adeta ‘kayıp’ olarak algılanıyor. Hayatın öncelikleri konusunda modern insanın kafası karışıyor; kişisel olanı mı yoksa işi mi öncelemeli? Bir tercih yapmak söz konusu olursa, çocuklarıyla harcanacak keyifli bir zaman parçası mı daha kıymetli yoksa bir iş yemeği mi?

 

İşkoliklik, kişinin kendisine sevdalanmasının değişik bir örneği, olarak genç profesyoneller arasında yükseliyor. Hayatın ritimlerini pazarın ritimlerine ayarlayan, ancak paraya tahvil edilebilen değerlere önem atfeden yeni benlik, küresel rüzgârla birlikte dünyaya yayılıyor. Oysa güzel olan, kayda değer olan ne varsa yavaşlıkla yapılır. Telaş ve acelecilik toplumun karşı, teenni ve sükûnet toplumunu diriltmemiz gerekiyor.

 

Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Güzelliği ancak zaman ayırarak fark ederiz. Zamanla olgunlaşırız.”

 

Zamanın baş döndürücü bir hızla aktığının ve metropollerde zamanla yaşamaya değil, yarışmaya çalıştığımızın en güzel ifadelerindendi bu satırlar. Yapay teknolojik ürünler gibi yapaylaşan yeni yaşam biçimimiz, elde avuçta ne varsa yozlaştırıp yoksullaştırıyor. Kırsal kesimden kopup gelen her yeni aile, ya varoşların arka sokaklarında hayata tutunmaya çalışıyor, ya da şehirleşme çarkının dişlileri arasında kaybolup gidiyor. Abartı olarak görmeyin. Anlamlı bulduğumuz şeyler zamanla girdiğimiz yarış esnasında avuçlarımızdan kayıp gidiyor. İster terzi çırağı, ister büyük bir holdingin insan kaynakları müdürü olun, fark etmiyor. Bu vahşi kapitalist yeni yaşam biçimi hep daha fazlayı isterken, belki de zamanla bizi koparıp alıyoruz bizden. Refah düzeyimizi bir basamak daha yükseltme, biraz daha rahat nefes alma çabası içindeyken, attığımız adımlar bizi birer basamak daha aşağı taşıyor farkına varmadan.

 

Belki de böylesi bir süreçte, derinlikli bilgi birikimi, sıcak ses tonu, heyecanlı gözleri ve gülen yüzüyle bizlere bazı değerlerin varlığını anımsatan bir akademisyene, Doç. Dr. Kemal Sayar ve benzerlerine daha fazla ihtiyacımız var. İşte bundan hareketle, sevgili Fizik hocamın kulaklarını çınlattıktan sonra, okurlarıma ‘Yavaşla’yı kitaplıklarına almalarını salık veriyor, Kemal Sayar’ın ‘keyifli bir ikazı’ ile bitiriyorum sözlerimi;

 

‘Lütfen yavaş gidiniz!’