Suudi Arabistan ve Kral Abdullah'ın himayesinde ilk defa "dinler arası diyalog" başlığı altında bir toplantının düzenleniyor olması önemliydi. Suudi Arabistan "Şeriat'le yönetilen kapalı bir toplum" kabul edilir, Batılılar ve İslam dünyasındaki laikçiler, dinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak istediklerinde, refleksif olarak Suudi Arabistan'ı işaret ederler. Diyalog çağrışımı itibariyle karşılıklı hoşgörü, anlayış ve kişilerin birbirlerini oldukları gibi kabul etmeleri esasına dayanır.
İkincisi formatı iyi düzenlenmiş bir toplantının gerçekleştiğini söylemek mümkün. İki ayak olarak düşünülmüş. Birinci ayağı "Müslümanlar arası diyalog"u öngörmektedir. Bu da şöyle bir düşünceden kaynaklanmış: Eğer başka din müntesipleriyle diyalog kuracaksak önce bunu kendi aramızda gerçekleştirmemiz, diyalogu kendi aramızda kurmamız, birbirimizle tanışmamız gerekir. Diyalogun esasları nelerdir, sınırları nerede başlar nerede biter, bunu kendi aramızda konuşmamızda zaruret var diye düşünmüşler. Bu yüzden Mekke'de Kâbe'nin yanı başında –Kral'ın sarayında- birinci ayağını gerçekleştirdiler. İkinci ayağı da Riyad'da diğer din müntesipleriyle birlikte olacak.
      Bütün dünyada ve herkesi yakından ilgilendiren ortak sorunlar vardır; alkolizm, uyuşturucu, açlık, yoksulluk, cinsel sapkınlıklar, AIDS hastalığının yayılması, eşitsizlikler, savaşlar ve işgaller, sivillerin savaşlarda uğradığı büyük mağduriyet, soykırım suçlarının işlenmesi gibi. Bu sorunlar bütün din müntesiplerini derinden etkiliyor, bu çerçevede din müntesiplerinin bir araya gelip bu ortak sorunlar karşısında ortak sorumluluklar üstlenmesi çok önemli.
      Bilindiği üzere Türkiye' de 10 sene önce başlamıştı diyalog çalışmaları, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Papa ile yaptığı görüşmeden sonra Türkiye'de bu tür çalışmalar yapıldı. Tabiatıyla diyalog çalışmaları veya hoşgörü gibi kavramlarının altı çizilmesi bazı çevreleri rahatsız etti. Kimisi samimi olarak, bu tür toplahtılardan herhangi bir fayda gelmeyeceğini söyledi, kimisi tehlikeli buldu, kimisi de "biz neden yapmıyoruz" diye engel olmaya çalıştı, kimileri de basitçe bir sebepten, mesela hasetten dolayı karşı çıktı. Abdulmuhsin Et Türki'nin açıklamasına göre Suudi Arabistan'da Türkiye'nin yaptığı bu organizasyonlardan istifade etmeyi düşünüyor.
      Benim dikkatimi çeken diğer önemli nokta da protokol seçiminde nelere dikkat edildiği hususuydu, Kral Abdullah'ın hemen solunda İran'ın en meşhur simalarından Haşimi Rafsancani bulunuyordu, onun yanında Ezher Şeyhi Tantavi vardı. Sağında ise Suudi Arabistan Genel Müftüsü Şeyh Abdülaiziz El Baz onun da sağında Abdulmuhsin Et Türki yer alıyordu. Bence seçim iyiydi fakat bir eksiği vardı. O da maalesef Türkiye'den üst seviyede bir temsilci yoktu. En azından Diyanet İşleri Başkanı veya Devlet Bakanı burada temsil edilmiş olsaydı  iyi olurdu.
      Türkiye başlangıçta hazırlık toplantıların katılmış olmasına rağmen, nedense protokolde ve açılış konuşmalarında yer almadı. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez, Cuma günkü kapanış oturumunda bir konuşma yaptı. Benim dikkatimi çeken bir başka önemli nokta da İKT Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu idi. İhsanoğlu toplantıda vardı, ama protokolde yer almadı. Akla şu soru gelir: Müslüman dünyanın diğer din müntesipleriyle bir diyalogu olacaksa bunda İKT'nin müdahil olması ve yer alması gerekmez mi?
      Dünyanın her tarafından nerede bir Müslüman azınlık varsa davet edilmesi ve burada temsil edilmesi yönüyle Suudi Arabistan başarılı bir organizasyona imza attı. Dünyanın her tarafından yaklaşık 600 kişinin toplantıya katılması önemliydi. DİB Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez'in ifadesiyle "bütün İslam dünyası bir araya gelmiş bulunuyordu."Pekiyi, bu toplantıdan ne çıktı? Bir sonraki yazıda, toplantının içeriği ve elbette politik mesajı üzerinde durmaya çalışacağım.