Parlamentonun 128 üyesini belirlemek üzere 7 Haziran günü sandık başına giden 3 milyondan fazla Lübnanlı, tercihini birçok iç ve dış faktörün etkisinde yapmıştır. Ülke, Mossad ajanlarının yakalanması için iki aydan beri devam eden cadı avının, 1982'de patlak veren İsrail operasyonundaki kayıpların anıldığı törenlerin ve 2005 yılında gerçekleşen Refik Hariri suikastını araştıran uluslararası mahkemenin yargılamaya geçiş aşamasının gölgesinde yeni parlamentosunu belirlemiştir.
Bununla birlikte ülkede, ekonomik bunalımın, güvenlik zafiyetlerinin, sosyal yapıdaki çözülmelerin, siyasal sistemdeki aksaklıkların yerine 14 Mart İttifakı'nın, 'Lübnan'daki siyasi yapının çoğulcu bir sistem olduğu, çoğunluğun ülkeyi yönetmek hakkına karşı azınlığın muhalefete çekilmesi gerektiği' söylemi ile 8 Mart Hareketi, uzlaşmacı demokrasi esası çerçevesinde hiçbir gücün iktidardan soyutlanamayacağını ve yönetimin ülkedeki bütün odaklarca paylaşılması gerektiği şeklindeki fikri çatışmanın ön plana çıktığı bir seçim süreci yaşanmıştır.
Sorunlar çözüldü mü?
Seçim sonuçlarının açıklanmasıyla ülkedeki sorunların gerçek anlamda çözüldüğünü düşünmek yanıltıcı olacaktır. Meclise giren milletvekilinin büyük bir bölümü uzun yıllardır koltuklarını koruyan isimlerden oluşmuş ve Lübnan'ın siyasi yapısı sadece 20 milletvekilinin denetiminde cereyan ettiğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bunların çoğunun feodal, mezhepsel veya parasal nedenlerden dolayı her zaman iktidarda oldukları ve son seçimlerin açıklanmasıyla birlikte bu durum değişmediği gibi daha da derinleştiği dikkate alındığında Lübnan'ı krize sürükleyen temel meselelerin halledilebilmesi sandıktan çıkan sonuçtan çok aşağıdaki hususlara bağlı olduğu çok daha net bir şekilde anlaşılabilecektir:
l Seçimin en büyük mağlubu ülkenin önemli denge unsurlarından olan ve siyasi hayata yön veren Maruniler'dir. Maruni oylarının 7 Haziran seçimlerinde daha önce örneğine pek rastlanmayan bir şekilde 8 Mart ile 14 Mart ittifakları arasında bölünmesi bu yenilgiyi hazırlayan başlıca etken olmuştur. Ancak ilginç olan nokta, söz konusu parçalanmanın başlıca müsebbibi olan Michel Aoun'un her şeye rağmen hâkimiyetini pekiştirmeyi başarması olmuştur.
l İkinci büyük yenilgiyi ise nüfus itibarıyla ülkenin yüzde 35'ini temsil eden fakat seçim sisteminden dolayı parlamentoda sadece yüzde 10'luk bir kotanın sahibi olan ülkenin en büyük azınlığı konumundaki Şiiler yaşamıştır. İddialı seçim kampanyalarına rağmen söz konusu azınlığın iki önemli partisi olan Hizbullah'ın üç, Emel Hareketi'nin ise iki sandalye birden kaybetmesi Şii halkın büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır.
l Siyasi Grup ve partiler nezdinde yaşanan sonuçlara bakıldığında ise Saad Hariri'nin 'Mustakbel Hareketi'nin milletvekili sayısını 34'ten 38'e, Aoun'un Reform ve Değişim Grubu'nun ise 16'dan 21'e çıkarması karşısında; Velid Canpolat önderliğindeki Demokratik Blok'un üye sayısı 18'den 11'e, Nebih Berri'nin Kalkınma ve Kurtuluş Cephesi'nin 15'ten 13'e ve son olarak seçimin en iddialı gücü olan Hizbullah önderliğindeki Direnişe Vefa Hareketi'nin üye sayısı ise 16'dan 13'e düşmüştür.
l 50 yıl önce seçme ve seçilme hakkını elde eden ve seçmen sayısı olarak çoğunlukta olan kadınlar ise sandığın mağlupları arasında sayılmalıdır. Dört yıl önceki seçimlerde mecliste altı sandalye sahibi olan kadınlar bu seçimde sadece üç milletvekilliği kazanabilmiştir. Kadın siyasetçilerin erkek egemen bir yapıya uygun bir politika yürütmeleri, ülkedeki feodal yapıdan kendilerini soyutlayamamaları ve politik hayatlarının kendilerine ailelerinden kalan siyasi mirastan öte bir özellik taşımaması bu yenilgiyi hazırlayan başlıca etkenler olmuştur.
Pazarlıkların meyvesi
Seçim sonrası ülkede hâkim olan endişe havasını dağıtan ilk gelişme iktidar ile muhalefet güçleri arasında yapılan pazarlıkların ilk meyvesi Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri'nin 90 oyla beşinci kez bu göreve getirilmesiyle yaşanmıştır. 30 yıldan beri meclis başkanlığını yürüten ve daha önce yaşanan hükümet krizinde çözümü sağlayan S-S denkleminin (Suriye-Suudi Arabistan) sahibi olan Şii lider Berri'nin bu görevi bir kez daha devralması seçim zaferini kutlayan 14 Mart koalisyonun mecliste elde ettiği avantajı 8 Mart Hareketi ile paylaşma yönündeki tavrı gösteren olumlu bir adımdır. Bununla birlikte söz konusu uzlaşmanın perde arkasında Saad Hariri'ye 86 milletvekili tarafından hükümeti kurması hususunda teklif götürülmesinin yer aldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Her ne kadar 8 Mart ittifakının önde gelen iki gücü Hizbullah ve Michel Aoun taraftarlarının isim teklif etmekle hükümeti kurmak arasındaki çalışmaların birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerektiğini belirtmişse de görünen odur ki ülkenin bu iki büyük gücü ortak paydalarda buluşmanın hesabını yapmaktadırlar. Ancak tarafların uzun vadeli ve istikrarlı bir hükümet kurmalarındaki kilit mesele Saad Hariri'nin 8 Mart grubuna Bakanlar Kurulu'nun veto gücüne sahip üçte birlik ağırlığı verip vermeyeceğinde odaklanmaktadır. Bu açıdan ülkede cılız sokak çatışmaları şeklinde patlak veren anlaşmazlıkların büyük bir patlamaya mı neden olacağı yoksa ılımlı Akdeniz rüzgârlarının mı etkili olacağı Hariri'nin kafasındaki yeni hükümet formülüne bağlı olacaktır.
Bununla birlikte hükümet görüşmelerinin sadece Lübnan'da yıllardan beri yaşandığı üzere bir kez daha sadece içerideki politikacıların kararına bağlı olmadığına dikkat çekmekte fayda vardır. Ne tür bir tavır izleyeceği merak edilen aktörlerin başında, uğradığı saldırılar ve verdiği kayıplar karşısında 1980'lerin ortasında Lübnan'ı terk etmek zorunda kalan; ancak Obama'nın iktidara gelmesiyle birlikte başta Başkan yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton vasıtasıyla Beyrut'taki siyasi çekişmelere odaklanan ABD gelmektedir. Özellikle, özellikle Suriye-İran ikilisinin müdahalelerini etkisiz kılmak ve bu çerçevede Hizbullah'ın gücünü kırmak maksadıyla tavrını açık bir biçimde Hariri'den yana koyan Washington yönetiminin bu ülkeye yönelik ekonomik, askeri ve siyasi desteğini yeni kurulacak hükümetteki nüfuzuyla eşdeğer bir ölçüde devam ettireceği gözden uzak tutulmamalıdır.
İsrail faktörü
Burada asıl dikkati çeken hükümet görüşmelerinin başlamasıyla eş zamanlı olarak Netanyahu'nun, Hizbullah'ın içinde yer aldığı bir koalisyonun kurulması durumunda İsrail'e yönelik olası bir saldırıda artık muhataplarının Hizbullah değil doğrudan Lübnan yönetimi olacağı yönündeki ültimatomudur. Aslında İbrani hükümetinin bu tepkisinin arkasında, Hizbullah güçlerinin ulusal politikaları yönlendirerek hükümeti ipoteği altına alma ihtimalinin yanı sıra Nasrallah'ın partisinin aldığı seçim yenilgisine rağmen İsrail'e saldırı düzenleme açısından en uygun bölge olan sınır konumundaki güney eyaletlerinde hâkimiyetini korumasından duyulan tedirginlik yatmaktadır.
Netice itibarıyla Lübnan'ın, gerçek anlamda huzur, barış ve istikrara kavuşması: kazanan tarafın kaybedeni dışlayamayacağı ve yeni kurulacak hükümetin ülkenin siyasi, dinsel ve sosyal dengelerine riayet edeceği bir yönetimin hayata geçirilmesiyle sağlanabilecektir. Bu bakımdan Lübnan'ın, 1946'da bu ülkeyi terk etmeden önce kendi çıkarına uygun bir siyasal ve sosyal yapının temelini atan Fransa'nın söz konusu mirasından kurtulmasının ancak ve ancak etnik kavramlardan temizlenmiş çağdaş bir anayasanın hazırlanması paylaşıma değil liyakate uygun bir seçim sistemi ve parlamento yapısının gözden geçirilmesi gibi hususların hayata geçirilmesiyle oluşabileceği kanaatindeyiz.
Prof. Dr. Samir Salha: Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi
Kaynak: Radikal