Bu hafta Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün Erzurum'da düzenlediği "15. Yerel Medya Semineri"ne katılmak üzere iki günlüğüne Erzurum'a gittik.

Genel Müdür Salih Melek, devletin konuşan ve güler yüzünü temsil eden Erzurum Valisi Celalettin Güvenç -ki bence Sayın Güvenç yeni kamu görevlisi neslinin örneklerinden biri-, Belediye Başkanı Ahmet Küçükler ile Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Feridun Fazıl Özsoy'un ev sahipliği, katkıları ve çabalarıyla başarılı bir toplantı oldu. Bu arada çevredeki 11 ilden gelen gazeteci arkadaşlarla son olayları konuşma fırsatını bulduk.

Genellikle Türkiye'nin her tarafında hissedilen tedirginlik Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi'nde de mevcut. İnsanlar bir şekilde tedirginliklerini, tepkilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Herkes 'Ne olacak, Türkiye savaşa mı giriyor?' diye merakla soruyor. Günlerdir zihnimi meşgul eden bir nokta vardı, o da seçimler ve referandum ile Türkiye'nin gündeminden düşmeyen Kuzey Irak olayları arasında var olan, ama yeterince üzerinde durulmayan bağlantı noktasıdır, bu konu Erzurum'da zihnimde iyice belirginleşti. Önce şu tespitin altını çizelim: 21 Ekim referandumunda yaşanan anlamlı bir gelişme bu illerde de yaşanmış. Aslında katılımın az olması beklenirken, -ki en iyi gözlemcilerin itirafına göre yüzde 30 veya biraz üstünde bir katılım beklenirken-, yüzde 67,5 olarak gerçekleşti. Referandumun yapıldığı konjonktür açısından bakıldığında "katılım", "evet veya hayır"lardan çok daha önemli olmaktadır.

Bana aktarılan ve sonra güvenilir kanallardan da teyid etme imkânı bulduğum bir bilgi her şeyi anlatmaya yeter. Mesela Erzurum'da bir ilköğretim okulunda pazar günü saat 12.00'ye kadar bir sandıkta oy kullananların sayısı sadece 18 kişiymiş. 12.00'den sonra peş peşe insanlar sandığa koşmaya başlamış, akşama doğru neredeyse o sandıkta kayıtlı olan herkes oyunu kullanmış. Benzer durum hemen hemen her yerde aynıymış. Bu bilgiyi teyid etmeye çalıştığım zat, bunun sebebini şöyle izah etti: "Aslında çoğu kimsenin referanduma katılma niyeti yoktu. Bu yüzden pazar sabahı evinde kendini ağırdan alıyordu. Hakkari'de 12 askerimizin şehit olduğunu öğrenince neredeyse refleksif olarak sandığa koştu, Erzurum'da 'evet' diyenlerin oranı yüzde 94."

Bu zatın kullandığı "refleksif" terimi birçok şeyi açıklamaya yeter. Yakından bir gözlem yapıldığında, halkın ezici çoğunluğunun, Türkiye'de dış politikanın ve bu arada Kuzey Irak meselesinin "iç siyasette elverişli bir malzeme" olarak kullanıldığını düşünüyor. Böyle düşündükçe tepkisini 'sivil siyaset ve demokrasi' yönünde kullanıyor. Aynı zatın şu tespiti de çok önemli: "Hükümete karşı olan bir üniversite görevlisinin bana dediği şu: -Hakkari'den asker haberleri geldiğinde ben bunun referanduma katılma oranının hayli düşüreceğini ve elbette böylelikle referandumu tartışmalı hale getireceğini düşünüyordum, tam aksi oldu, halk 22 Temmuz'daki gibi sandığa koştu." Bu arada düzenlenen meydan gösterilerinde bazı bürokratların yönlendirici konumda rol aldıkları ve gösterilerin başını üniversitelerin çektiği gözden kaçmıyor.

Sonuç itibarıyla gerek 22 Temmuz genel seçimleri gerek 21 Ekim referandumunda katılımın yüksek olmasında rol oynayan en önemli faktör, halkın, sivil siyasete müdahaleyi tasvip etmemesi ve bunu sandığa giderek belli etmesidir. 27 Nisan'da postmodern muhtıra ile başlayan süreç, aslında örgütlü birtakım güçlerin siyasete müdahale teşebbüsleriydi, yüzde 85 katılım ve AK Parti'ye yüzde 47 destekle bu bir ölçüde akamete uğradı. 21 Ekim referandumu bunu perçinlemiş oldu. Açık Toplum Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi'nin dün Zaman'da yayınlanan araştırması da, halkın yüzde 81,9'unun "her ne olursa olsun askerî darbeleri ve baskı rejimlerini desteklemediği"ni ortaya koyuyor. Ama elbette siyasette "kural dışı" oynayanlar hedeflerinden vazgeçmiş değiller.

 
Kaynak: Zaman