Küresel ısınma katastrofik doğal bir tehdittir. Küresel ısınma veya iklim değişikliği olarak tanımlanan süreç, yer küreyi tehdit eden en ciddi sorunlardan birisini oluşturmaktadır. Sanyileşme ve modern yaşam tarzı neticesinde giderek artan ve sera gazı etkisi yapan karbondioksit gazı salınımının iklim değişikliğine neden olduğu bilimsel bir gerçek olarak kabul edilmektedir.
İklim değişikliği eko sistemi bozmakta, bir fasit daire oluşturarak doğada geri dönüşü mümkün olmayan hasarlara neden olmaktadır. Küresel iklim değişikliği su kaynaklarının kurumasına, kuraklığa, su ve gıda krizlerine, toplu göçlere, gerilimlere, çatışmalara, savaşlara neden olabilecek potansiyel jeopolitik istikrarsızlık kaynağı ve güvenlik sorunu olarak değerlendirilmektedir.
2006 yılı verilerine göre atmosfere yıllık 28 milyon 431 bin 741 metrik ton karbondioksit gazı salınmaktadır. Karbondioksit salınımının yüzde 21.5'i Çin, yüzde 20.2'si ABD, yüzde 13.8'i AB ülkeleri, yüzde 5.5'i Rusya yüzde 5.3'ü Hindistan, yüzde 4.6'sı Japonya tarafından gerçekleştirilmektedir. (Milliyet gazetesi, 18 Aralık 2009, Zirvede Çin Seddi başlıklı yazı)
1990 sonrası
Küresel iklim değişikliğine karşı uluslararası tedbirler geliştirme gayretleri 1990 yılı sonrasında başlamıştır. 1988 Yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Dünya Meteroloji Organizasyonu tarafından Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panel'i (IPPC), küresel ısınma konusunda bilimsel verileri değerlendirmek için tesis edilmiştir.1990 Yılında IPPC iklim deiğikliğinin insanların etkisi ile oluştuğu konusunda uluslararası uzlaşma olduğu sonucuna varmıştır.
1997 yılında yapılan Kyoto Konferansı'nda, sanayileşmiş ülkelerin 2008-2012 yılları arasında karbondioksit salınımlarını, 1990 yılı değerlerinin yüzde 5.2'si oranında aşağıya çekmeleri kararlaştırılmıştır. Kyoto sözleşmesi 2012 yılında sona erecektir.
Küresel ısınmanın yıkıcı sonuçları önlemek için karbondioksir salınımını azaltmak, temiz enerji kullanımını ve düşük karbon salınımlı ekonomileri teşvik etmek, gelişmekte olan ülkelelere bu amaçla mali ve teknolojik destek sağlamak, bu maksatla ortak bir strateji oluşturmak, 2012 yolunda sona erecek Kyoto Sözleşmesi yerine geçecek bir anlaşma hazırlamak amacı ile yüz doksan üç ülkenin temsilcilerinin katılımı ile 7-19 Aralık tarihleri arasında, Kophenhag şehrinde tarihin en geniş katılımlı iklim değişikliği konferansı icra edildi ve konferans devlet ve hükümet başkanları seviyesinde yapılan zirve ile sona erdi.
Konferansta iklim değişikliğine neden olan karbondioksit gazı salınımının azaltılması konusunda bütün ülkeler mutabıktı. Ancak, asıl amacı 2012 yılında sona erecek Kyoto Sözleşmesi'nin yerine geçecek uluslararası bir anlaşmayı gerçekleştirmek olan konferans, başarılı olamadı.
Anlaşmazlık noktaları
Konferansta, hangi ülkelerin hangi oranda salınım azaltılmasına gitmesi gerektiği konusunda anlaşmazlıklar çıktı. Çin'in de yer aldığı gelişmekte olan ülkeler, karbondioksit salınımında sanayileşmiş ülkelerin asıl sorumlular olduğunu ve bu ülkelerin iklim değişikliği konusunda tarihi sorumlulukları bulunduğunu iddia ederek, ABD'nin ve AB üyelerinin gaz salınımını daha büyük oranda azaltmalarını talep ettiler. Atmosfere salınan karbondioksit gazının birlikte yarısından sorumlu olan ve bu nedenle de konferansta kilit rol oynayan ABD ve Çin ayrı gruplarda yer aldı.
Gelişmiş ülkeler ise Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin iklim değişikliğinde sorumluluklarının büyük olduğunu ifade ederek, bu ülkelerin de gaz salınımlarını büyük oranda azaltmalarını istediler. Ayrıca ülkeler, iklim değişikliğinin ciddi bir küresel sorun olduğu konusunda mutabakata varsalar bile kendi ekonomilerine zarar verebilecek angajmanlara girmekten kaçındılar.
Konferansta bir başka sorun ise gelişmiş ülkelerin, gelişmekte ülkelere, bu ülkelerin iklim değişikliği konusunda yeni standartlara erişmeleri için yapacakları mali ve teknolojik destek yardımlarının miktarları
konusunda yaşandı. Dünya Bankası'nın tahminlerine göre karbondioksir salınımının azaltılması için küresel ölçekte 400 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekiyor. Başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler sanayileşmesini tamamlamış ülkelerin bu konuda daha fazla sorumluluk almalarını istediler.
Neticede konferans zirvesi beklenen amacı gerçekleştiremedi, gelişmekte olan ülkeler istediklerini elde edemedi ve konferans bağlayıcı özelliği olmayan bir mutabakat sözleşmesi ile sona erdi. Mutabakat metninde, küresel sıcaklık artışının iki dereceden az olmasını sağlamak amacı ile gaz salınımında kısıtlama yapılması gerektiği ifadesine yer verildi. Ayrıca mutabakata göre, sanayileşmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere 2010-2012 ylları arasında 30 milyar dolarlık yardım yapacaklar, bu yardımın 2020 yılına kadar 100 milyar dolara çıkarılması bekleniyor. Mali yardımları hangi ülkelerin yapacağı ise bilinmiyor. Mutabakata göre,karbondioksit salınımını azaltmak için her ülke alacağı tedbirlerin neler olacağına kendisi karar verecek.
Görüleceği gibi, Kopenhag İklim Konferans'ında insanların bencilliği ülkelerin bencilliğine dönüşürken, iklim değişikliği gibi tüm insanlığı ilgilendiren yaşamsal bir konuda dağ fare doğurdu. Kopenhag'da varılan sonuçlarla ve planlanan tedbirlerle küresel iklim değişikliğine neden olan karbondioksir salınımının ciddi ölçülerde azaltılması mümkün değil. Bu, önümüzdeki süreçte, yerkürenin daha hızlı ve daha fazla ısınması anlamına geliyor.
Kopenhag İklim Konferansı, uluslararası sistemin yeni bir döneme girdiğini, ABD'nin küresel liderliğinin erozyona uğradığını ve küresel meselelerde artık tek belirleyici olmadığını; önümüzdeki süreçte, söz konusu konferansta da olduğu gibi Çin'in küresel meselelerde etkin bir aktör olarak rol alabileceğini gösterdi.
Türkiye'nin durumu
Türkiye'nin küresel iklim değişikliğini bir güvenlik sorunu olarak algılaması, tanımlaması, bu amaçla kurumsal bir yapı oluşturması ve stratejik karşı tedbirler geliştirmesi gerekiyor.
Türkiye'nin, bir taraftan iklim değişikliğinin kendi coğrafyasında ortaya çıkarabileceği sorunları karşılamak maksadı ile tedbirler üretirken, diğer yanda da zaten istikrarsızlıklarla boğuşan ve iklim değişikliğinden en fazla etlilenecek bölgelerden birini oluşturan Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıkabilecek su ve gıda krizlerinden, sosyal olaylardan, çatışmalardan, toplu göçlerden nasıl etkilenebileceğini şimdiden hesaplaması ve buna göre ciddi stratejik tedbirler geliştirmesi de gerekiyor.
Nejat Eslen: Emekli Tuğgeneral
Kaynak: Radikal