"Kurt dumanlı havayı sever". Türkiye'nin son haftalardaki manzarası maalesef bana bu sözü hatırlatıyor. Gerçi ben de kendime "ağzından yel alsın" diyecek oluyorum ama, işte olaylar ortada.
Gelin isterseniz bir kere daha hatırlayalım. Önce büyük resimde yer alan parçalar.
Ergenekon kovuşturması başlayalı beri, işin ucunun bazı önemli noktalarda askerlere uzandığını gösteren bulgular ortaya çıkıp da medyanın bir kesimi bunları kamuoyunun dikkatine sununca genelkurmaydan ikide bir "silâhlı kuvvetlere karşı asimetrik psikolojik savaş yürütülüyor" tarzında açıklamalar geliyor. Yani, genelkurmay açıkça medyanın bir kesimini ve kimi gazetecileri alenen "düşman" veya "düşmanın beşinci kolu" olarak takdim ediyor ve onlara -aslında silâhlı kuvvetleri eleştiren herkese- tehditler savuruyor.
İronik olan, medyanın öbür kısmının da bu gibi meselelerde askerlerle aşağı yukarı "aynı telden çalıyor" olması. Hükümetin her yaptığına kötü demeyenleri "hükümet yandaşı" olarak yaftalarken, kendisi medyayı düşman sayan bir güce yandaşlığa soyunan bir medyayla karşı karşıyayız yani.
Öte yandan, hükümet bir süredir "Kürt Açılımı" diye bir proje yürütmeye çalışıyor. Konu herkesin gündeminde, ama süreç sık sık engellerle karşılaşıyor. Girişimin yarattığı ümitli havayı dağıtmak için canla-başla çalışanlar var. İki büyük muhalefet partisi açılıma kategorik olarak karşı. Kürt siyasi hareketinin legal ve illegal unsurları da zaman zaman anlaşılmaz çıkışlar yapıyorlar. Medya ve yargı zaten hepten gönülsüz.
Bütün bunlara bir de hükümetin Kürt siyasi hareketine yönelik güvenlik operasyonlarına hız vermesi gibi anlaşılmaz gelişmeler ekleniyor. "Anlaşılmaz", çünkü bir yandan Kürt sorununun çözümünde mesafe almak istiyorsunuz, ama öte yandan çözümün zorunlu partnerine baskıları artırıyorsunuz. Bu tutum çözüm konusunda hiç de elverişli bir psikolojik atmosfer yaratmadığı gibi, üstelik barışçı-demokratik güçler yerine PKK'yı güçlendirmeye hizmet etmesi de daha muhtemel.
Manzaranın diğer parçaları da var. Meselâ Erzincan'da meydana gelen ve kamu otoriteleri arasında gerilim yaşandığını düşündüren olaylar. Medyanın bir kesimi hükümetin devleti yönetmekten aciz olduğu, hatta ülkeyi kargaşaya sürüklemekte olduğu imajını güçlendireceği umuduyla bu türden haberlerin üstüne atlamaya zaten dünden hazır. Bunlar, bu hükümet "böyle devam ettikçe" gerilimin daha da artacağı havasını yaratmakla kalmıyor, gerilimin değirmenine su da taşıyorlar.
Bu arada mahkemeler de mutad olduğu üzere "hukuk"a direnmeye devam ediyorlar. İdeolojik saplantıları veya tarafgirlikleri birçok mahkemeyi çifte standartlı kararlar vermeye sevk edebiliyor. Bu bağlamda, genellikle, kurulu düzenin değişmezliğini savunanlara "özgürlük standardı" uygulanırken, değişimden yana olanların payına "yasak ve baskı standardı" düşüyor.
Nihayet Başbakan Yardımcısı sayın Bülent Arınç'a yönelik, failleri subay olan ve ilk anda bir suikast hazırlığı olduğundan kuşkulanılan şüpheli izleme ve takip işi. Bu olayda da karanlık noktalar var. Bu konuda genelkurmay bir açıklama yaptıysa da, o da çoğu kimseye ikna edici gelmedi. Medyanın bir kesimi yine duyarsız ve hatta işin dalgasında.
İşte "dumanlı hava" derken kastettiğim üç aşağı beş aşağı yukarı bu. Bu havanın devam etmesinin Türkiye'nin hayrına olmadığı muhakkak. Dumanlı hava her zaman "hayırhahlar"ın değil "bedhahlar"ın işine yarar.
Heyhat, bundan nasıl kurtulacağımıza dair benim öyle hazır bir reçetem yok! Aklıma sadece herkesi vicdanına danışmaya davet etmek geliyor.
Kaynak: Star