İslam’ın özgürlükle ilgili görüş ve tasavvurunu anlayabilmek için, belli bir tarihsel ve toplumsal durumda ortaya çıkmış olup binlerce sene hükmünü icra etmiş bulunan kölelikle ilgili görüşünü bilmek gerekir. Modern zamanlarda çokça sorulan sual şudur: İslamiyet, en azından zaman içinde köleliğin kaldırılmasını hedeflemiş midir? Bir hukuk çerçevesi içine aldığı kuruma baktığımızda, uzun vadede köleliğin kaldırılmasını arzu ettiğini söylemek mümkün. Çünkü

1) Köleliği asli değil, arızi olarak görmüştür;

2) Kölelik ve cariyeliği savaş şartlarının sonucu olarak kabul etmiştir; köle satışı ve devri söz konusu olsa bile, esas itibariyle kölelik savaşın bir sonucudur; insanlar dünyaya özgür olarak doğar prensibini göz ardı etmemiştir;

3) Kölelikle ilgili hükümlerin ruhuna bakıldığı zaman görülür ki, İslamiyet prensip olarak “mukabele-i bilmisl” kuralından hareket etmiş, toprak hukukunun teşekkülünde olduğu gibi, savaşın sonucu ve düşmanın tutumuna göre tutum almıştır;

4) Aşağıda göreceğimiz üzere, kölelerin sistem içinde durumlarının iyileştirilmesi için çeşitli tedbirler alması yanında, belli şartlar dahilinde özgürleşmeleri için dikkate değer hükümler getirmiştir.

Kur’an’da ve hadis kaynaklarında, fidye ve kefaretlerde, kölelerin gönüllü olarak azad edilmeleri yönünde geniş kapsamlı teşvikler yapılması, şu veya bu fiilden dolayı cürüm (suç ve günah) işleyen bir Müslüman’ın sadece bu fiilden vazgeçmesini ve arınmasını hedeflemekten ibaret değildir, bunun yanında kölelik ve cariyelik gibi insan haysiyet (iman izzet)iyle bağdaşması zor olan bir sosyal konuma düşmeye maruz kalmış bahtsız insanların özgürlüklerini sağlama amacına yöneliktir.

İslamiyet, köle ve cariyelerin durumlarının iyileştirilmesi, tedrici ve sistemli bir biçimde özgürlüklerine kavuşturulması ve eğer özgürlük mümkün değilse, insan gibi muamele görmeleri için düzenleyici/amir hükümler getirmiştir. Öyle ki Hz. Ömer, efendi ve köle arasında mizaç çatışması varsa, efendinin kölesini değiştirmesini istemiştir, çünkü sadece bu yüzden kişi kölesine haksız yere eziyet edebilir. Hz. Peygamber (s.a.), köle ve cariyelere “oğlum-kızım“ şeklinde hitap edilmesini emretmiştir (Buhari, Itk, 17; Müslim, Elfaz, 13-15). Bir müslüman özgür ve soylu olup da Müslüman olmayan biriyle evlenmektense, mü’min bir köle veya cariye ile evlenmelidir. Mü’min bir köle, Müslüman olmayan zengin ve soylu bir erkekten önceliklidir, daha hayırlıdır (2/Bakara, 221; 60/Mümtahine, 10). Yine mü’min erkekler, özgür bir kadınla evlenecek maddi güçleri (mehir ve yüksek geçim standartı) yoksa, mehir vererek mü’min cariyelerle evlenmelidir (4/Nisa, 25). Onlara güçlerinin yetmeyeceği işleri yüklemek, kırıcı, küçük düşürücü sözler söyleyip gönüllerini incitmek, onları ihtiyaçları olan yiyecek-içeçecek ve giyimden mahrum bırakmak kesin olarak yasaktır (Müslim, Eyman, 41). Cahiliye döneminde bazıları cariyelerini fuhşa zorlayarak onların üzerinden para kazanırlardı, İslamiyet bunu yasakladı. Kim bir köleye hak etmediği bir ceza verecek olursa, bunun keffareti o köleyi azad etmesi (özgürlüğüne kavuşturma)dır (Müslim, Eyman, 30). Hata ile bir mümin öldürmenin cezaları arasında mü’min bir köleyi azad etme bulunmaktadır (4/Nisa, 92). Bilerek yapılan yemin suçunun keffaretinde köle azadı, yoksulları yedirmek veya giydirmek söz konusu edilmiştir (5/Maide, 89). Toplumsal dayanışmanın önemli unsurlarından biri köle ve cariyelerin korunmasıdır, Kur’an-ı Kerim bu çerçevede onları ayrı bir kategori olarak özellikle zikretmektedir (2/Bakara, 177; 4/Nisa, 36). Köle hakları öylesine düzenlendi ki, Ebu hureyre, cihad ve Hac gibi yükümlülükleri yerine getirme şerefi olmasa, köle olmayı arzu ettiğini söylemiştir (Buhari, Itk, 16).

Burada Kurtubi’nin yer verdiği bir kayda yer vermenin tam yeridir. Bu kayıtta kölelik tarihinde eşine benzerine rastlanmayan bir yaklaşım söz konusudur. “Anne-babanın ve yakınların geride bıraktıklarından ve her birine mirasçılar kıldık. Yeminlerinizin (akit ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin. Şüphesiz, Allah, her şeye şahit olandır. (4/Nisa, 33). Ayette geçen “Mevali“ye birkaç anlam verilmiştir: Araplarda birbiriyle anlaşmalılar olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.)’in Hiçret’ten sonra Medine’de Ensar ile Muhacirler arasında akdettiği kardeşlik (Muahat) sözleşmesine katılanlar veya evlat edinilen çocuklar olduğunu söyleyenler olmuştur. Ebu Müslim el Isfahani’ye göre, miras bırakan erkeğin eşleridir. Fakat daha ilginç görüş beyan edenler de olmuştur ki, konumuzla ilgisi bakımından hayli önemlidir. Önümüzdeki haftanın yazısının konusu bu olacak.