Kıbrıslı Rum lider Dimitris Hristofyas'ın BM Genel Kurulu öncesinde Türkiye'nin artık Güvenlik Konseyi üyesi olması gerektiğini söylemesi bir paradoks değil mi? Çelişki elbette, Türk askerlerinin Hristofyas'ın ülkesinin üçte birini BM kararlarına rağmen 35 yıldır işgal ediyor olmasından kaynaklanıyor. Bu gerçekten anormal bir durum. Fakat BM'nin bu askerlerin neredeyse tamamının çekilmesini öngören planına 2004'te Güney Kıbrıslıların karşı çıkmış ve Türk tarafının desteklemiş olması da öyle.
Kıbrıs'ın paradoksları bununla kalmıyor. Tam da şu anda çıkmazdan kurtulmak için yıllardır en iyi fırsat elde edilmiş durumda. Kıbrıslı liderler arasındaki görüşmeler sanıldığından iyi gidiyor, ama paradoksları çözmek için çok az zaman kaldı. Nisanda barış yanlısı Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat seçime girecek. Kazanacağını vaad ettiği başarıya ulaşamazsa, sertlik yanlısı bir lider karşısında seçimi kaybedecektir. Böyle bir durumda adayı iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon temelinde birleştirme yönündeki 30 yıllık çaba heba olacaktır.
Görüşmeler nisana kadar bir çözüm anlaşmasıyla sonuçlanmazsa, sorunun yeni safhası düşmanca bölünmeye doğru keskin bir sapma olacaktır. Mevcut iki lider neredeyse ideal durumdaki bölgesel iklimde anlaşamazsa, BM bile beşinci bir müzakere raunduna zaman, insan ve para yatırımı yapmaya istekli olmayacaktır.
Ancak kötümserlik neredeyse hiç kimsenin, hatta adadakilerin bile müzakereleri ciddiye almadığı anlamına geliyor. Hem Türk hem de Kıbrıslı liderler gerçekçi bir çözüm istiyor; fakat 40 yıldır doğrudan görüşmedikleri için tarafların hiçbiri diğerinin samimi olduğuna inanmıyor ve ödün vermeye tam olarak yanaşmıyor. Sorunun çözülememesi AB-NATO ilişkilerini de olumsuz etkiler:
Kıbrıs birine üye, Türkiye'yse diğerine. Fakat çoğu AB ülkesi çözüme destek göstermedi. Hatta Kıbrıslı Rumlar sorunu Türkiye'nin AB sürecini tıkamak üzere yeni bir yol olarak gören bazı AB liderlerini dizginlemek zorunda kalıyor. Daha vahimi, dünya büyük güçlerin füze yarışı konusunda endişelenirken, sürtüşmelerin şiddetli bir öfke patlamasına dönüşmesine hazırlık olarak füze stoklayanlar Atina ve Ankara. Küçük savaş botları ve sismik araştırma gemileri şimdiden petrol arama hakları konusunda tartışıyor. Zira, Türkiye Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın Akdeniz'deki iddialarına itiraz ediyor.
Bölünme kimsenin çıkarına değil
Görüşmeler başarısız olursa bütün taraflar kaybeder. Kıbrıslı Rumlar, Türk askerlerinin süresiz olarak kapı eşiklerinde durmasıyla daha güvensiz hissedecek, müklerin iadesi ya da tazminat konusunda şansları azalacak. Kıbrıslı Türkler toplumlarını dağılmış halde bulacak ya da Türkiye'yle entegrasyona yönelecek. Ankara bölgesel karizmasını ve gerçek bir AB sürecine sahip olması açısından önem taşıyan ekonomik rahatlığını kaybedecek. AB Türkiye'deki ticari fırsatlardan vazgeçecek, bölgesel ihtilaflardaki derinliği feda edecek ve Türkiye'yi AB sürecine bağlamaktan kaynaklanan yumuşak gücü azalacak.
Dolayısıyla, Kıbrıslı liderlere baskı yaparak ve Türkiye'yi kriterleri yerine getirirse üyelik perspektifinin açık kalacağı yönünde temin ederek süreci desteklemek AB'nin çıkarına. Barış yapıcı bölgesel güç olarak itibarını korumak ve Rumları normalleşmenin güvenli olacağına inandırmak Türkiye'nin çıkarına. 30 yıldan fazla bir süre sonra, tarafların doğru yaptıklarına inanmaları için nedenleri var. Asıl paradoks, şimdiye dek çok sayıda doğrunun sadece bir büyük yanlış ettiği. (Uluslararası Kriz Grubu Türkiye/Kıbrıs projesinin yöneticisi, 20 Ekim 2009)
Kaynak: Radikal