KKTC'de cumhurbaşkanlığının el değiştirmesinin ardından analizler yeni Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu'nun müzakere sürecine etkilerinin neler olacağı üzerine odaklanmış durumda. Ancak, uluslararası ilişkilerin bilimsel bir disiplin olmasında kuramsal açıdan büyük katkıları olan Kenneth Waltz, yapısal analiz düzeyinin daha verimli olacağını savunmaktadır.
 
Buna göre uluslararası yapıdaki güç dağılımı aktörlerin davranışlarının açıklanmasında büyük önem arz etmektedir. Peter Gourevitch ise Waltz'ın çalışmasını değişik bir uygulama ile kullanarak uluslararası ilişkilerde üçüncü imaj olarak bilinen yapısal faktörlerin ikinci imaj olarak bilinen devletler üzerindeki etkilerini tartışmıştır. İşte bu anlayıştan yola çıkarak Kıbrıs ve buna bağlı olarak Doğu Akdeniz politikalarının geleceği ile ilgili tartışmalar, aktör spesifik analizlerin yaratabileceği potansiyel bilimsel sığlığın ötesine taşınabilir. (1) Nitekim; genelde Kıbrıs siyasasının, özelde ise müzakere sürecinin Kıbrıs Türk ve Rum liderlerin aktörsel niteliklerinin ötesinde uluslararası konjonktürden büyük oranda etkilendiği unutulmamalıdır. Aynen beş yıl önce Denktaş'ın gidişi, Talat'ın gelişi sürecinde olduğu gibi, Eroğlu'nun gelişi de değişen dünya dengelerinin Kıbrıs'a bir yansımasıdır. Şöyle ki; Talat geldiği için Kıbrıs'ta değişim olmamıştır. Değişim süreci Talat'ı başa getirmiştir. Keza; beş yıl önce emeklilik sürecine giren bir Eroğlu'nun bir yıl önce başbakan, ardından cumhurbaşkanı seçilmesi küresel bazı dengelerin değiştiği bir sürece tekabül etmiştir, dolayısıyla şöyle bir iddia ortaya atılabilir: Eroğlu geldiği için değişim yaşanmamıştır; yaşanan değişimin sonucunda Eroğlu Kıbrıs Türklerinin yeni lideri olmuştur.

70'li ve 80'li yıllarda katı bir komünizm ve Sovyetler hayranlığı ile politika yapan Talat ve ekibi Kıbrıs'ta soğuk savaşın sona erdiği 90'ları en iyi yorumlayan grup olmuştur. Ancak, bu ekibin Kıbrıs Türk siyasi hayatına yön verecek noktaya gelmesi 11 Eylül 2001 saldırılarını müteakip küresel dengelerin aldığı hal ile yakından ilgilidir. Türkiye'de AK Parti iktidarının Denktaş'ın politik iktidarının temellerini de sarsacak şekilde Türkiye'de Silahlı Kuvvetler'i siyasetin dışında bırakan sivilleşme ve demokratikleşme sürecine girmesi ile ABD ve AB kaynaklı "dışarıdan demokratikleştirme" rüzgârlarının paradoksal izdüşümü, 2000 seçimlerinde %10 oy alabilen Talat'ın sadece beş yıl sonra %55 ile cumhurbaşkanlığını ilk turdan kazanabilmesini sağlayan en önemli faktör olarak öne çıkmaktadır. Bir başka deyişle, Talat'ın politik yükselişi küresel trendlere paralel gerçekleşmiştir. Hal böyle olunca, Talat'ın düşüşü de küresel trendlerden ayrı düşünülemez.

Ukrayna'dan Gürcistan'a ve Kırgızistan'a kadar renkli/çiçekli devrimlerin sarkacının tersine döndüğü yeni küresel yapılanmada hükümet değişiklikleri dikkat çekmektedir. Gerçekten post-modern dünyada, iktidarın kaynağı egemenliğin yegâne kaynağının halk olduğu düşünülemez. Eşit, hatta daha önemli düzeyde egemenliğin dış tanınması süreci söz konusudur. Bir başka deyişle, hükümet olmak açısından gerek iç, gerekse dış siyasi desteğe ihtiyaç bulunmakta, her ikisini de sağlayamayan hükümetler ise iktidar olamamaktadır. Muazzam bir dış destek ile cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Talat -ki neredeyse bütün seçim propaganda söylemini de "dünya ile bütünleşme" üzerine kurgulamıştır- iç destek, yani halkından destek almak konusunda geçer not alamayarak görevi Eroğlu'na devretmek durumunda kalmıştır. Eroğlu açısından ise, arkasında duran halk desteğine rağmen dış çevrelerden destek sağlayamaması durumunda yürüteceği politikalara meşruiyet kazandırmak konusunda risk söz konusu olacaktır. Demek ki Kıbrıs'ta politika dış rüzgârlardan bağımsız düşünülemez.

TÜRKİYE'Yİ KIBRIS ÜZERİNDEN DENGELEMEK...

Bütün bu gözlemler bizi dünyanın mevcut yapısal durumu ile bir Kıbrıs analizi yapmaya mecbur kılmaktadır. Bugün dünyada güç dağılımı nasıldır? İşte bu sorunun cevabı önümüzdeki dönemde Kıbrıs müzakerelerinin nasıl bir yola sapacağı konusunda büyük önem arz etmektedir.

Mevcut dünyada cari güç dengelerinin ABD'nin hegemonyası olarak düşünülmesi artık mümkün değildir. 1990'da dünyanın tek süper gücü olarak kalan Amerika'nın Nye'ın deyimi ile güç paradoksları içinde geçirdiği on yılın ardından yaşanan 11 Eylül saldırıları ve müteakiben başlayan terörle savaş sürecinde büyük bir yıpranma süreci ile hırpalandığı ortadadır. İmparatorluklar çöplüğü Afganistan'daki uzun savaşta bir türlü galip gelemeyen, Irak'tan ise ayrılmayı takvime bağlayarak çekilmek için gün sayan bir ABD'nin ise karşısında henüz "dengeleyici" bir güç bulunmamaktadır. Rusya'nın düşen petrol fiyatlarının meydana getirdiği ekonomik ve politik sonuçlarla boğuştuğu, Avrupa Birliği'nin Euro bölgesinde zincirin en zayıf halkası olan Yunanistan ile yaşadığı sıkıntıların pençesinde kıvrandığı, Japonya'nın ise görece ekonomik gücüne rağmen uluslararası politikada süregelen etkinsizliği ile harmanlanan bir süreçte belki Çin bir dengeleyici unsur olarak düşünülebilir. Buna karşılık Çin'in özgün teknoloji üretme konusunda ciddi sıkıntıları bulunmaktadır. Dolayısıyla uluslararası cari durum, hâkim gücün yıprandığı ancak alternatif bir gücün henüz planlanamadığı bir power-transition (güç intikali) dönemi olarak tanımlanabilir.
 

Küresel hegemonun göreceli güçsüzlüğüne tekabül eden böyle bir güç intikal döneminde bölgesel aktörlerin güç konsolidasyonu çabasına girmesi mümkündür. AK Parti iktidarında bir eksen devletten (pivotal-state) bölgesel güç olma yoluna giren Türkiye'nin gücünü hissettirdiği Ortadoğu bölgesinin küresel güç dengeleri üzerindeki etkileri dikkate alındığında, yakın deniz havzasının kontrolü açısından Türk dış politikasında kritik önemi haiz Kıbrıs konusunda önümüzdeki dönemde yaşanacak gelişmeler işte bu bölgesel-küresel dengeler ekseninde gelişecektir. ABD'nin Ortadoğu'dan ayrılmasını müteakip Türkiye-İsrail-İran arasındaki bölgesel rekabetin doğuracağı ittifaklar ve karşı ittifaklarla bu bölgesel ittifakların küresel ittifaklarda alacakları yere özellikle dikkat edilmelidir. Türkiye'nin Stratejik Derinlik konseptine bağlı olarak Osmanlı bakiyesi üzerinde güç sahaları meydana getirmesi durumunda gerek bölgesel gerekse küresel düzeyde dengeleyici karşı ittifaklarla karşılaşması kuvvetle muhtemeldir. Türkiye'nin dengelenmesinden menfaati olan büyük güçlerin ise finansal çırpınış içindeki Yunanistan yerine Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Ermenistan gibi geleneksel devlet-aktörlerden veya terör gruplarından medet uman mizansenlere girişmeleri sürpriz olmaz.

Bu gözlemler ışığında KKTC seçimleri sonucunda ortaya çıkan liderlik değişiminin kendi iç dinamiklerini küçümsemeden; ancak, Talat'tan Eroğlu'na geçiş tartışmalarının sınırlarını da iyi saptayarak yapılacak Kıbrıs analizleri daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Kıbrıs'ta politik aktörlerin kimlikleri kadar önemli olan bir başka husus uluslararası yapıdaki cari güç dengeleridir. Neticede Kıbrıs'ta aktörler, dış dinamiklerin etkisinden muaf hareket edemez. ABD'nin inişte olduğu, fakat terazinin öbür kefesinde henüz bir dengeleyicinin de bulunmadığı mevcut küresel durumda Kıbrıs müzakerelerinin geleceği önemli ölçüde Türkiye'nin bölgesel güç dengeleri içindeki durumundan etkilenecek

Kaynak: Zaman