Haiti'de insanlık dramı: Başarısız devletler ve iflas eden bir politik sistem 
 
Bir deprem ile yerle bir olan Haiti'de yaşanan insanlık dramı, gerçekte politik bir çöküşün tezahürüdür. Hayatını kaybeden binlerce insan çöken binaların değil, bitmiş, iflas etmiş bir politik sistemin mağdurlarıdır. 
 
Ulus devlet merkezli kapitalist dünya sistemine bir türlü entegre olamayan Haiti, "başarısız" (failed) devletlere bir başka örnektir ve bir türlü devletleşemeyen bu zavallı ülkenin vatandaşlaşamayan gariban insanlarının makûs talihi, doğal afetlerin değil, insanî acizliğinin ve açgözlülüğün darbeleri ile şekillenmektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ulus-devlet merkezli bir yapı ortaya çıktı. Savaşın mutlak galipleri ABD ve Sovyetler Birliği tarafından şekillendirilen bu yapı, savaşın göreceli galipleri İngiltere ve Fransa'nın emperyalist-sömürgeci sistemini post-modern olarak adlandırabileceğimiz bir yorumla ele alarak yeni bir sömürü düzeni ihdas ettiler. İngiltere ve Fransa'ya "göreceli galipler" dememizin sebebi, bu devletlerin gerçekte savaşı kaybetmiş olmalarına rağmen "kazananların yanında yer almaları" sebebiyle Almanya ve Japonya gibi mutlak mağluplar veya savaş sırasında taraf değiştirerek "göreceli" mağlup seviyesine çıkan İtalya'dan farklı olarak, örneğin, BM Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisini haiz daimi temsilcilik alabilmiş olmalarındandır. Nitekim savaşı takip eden on beş yıl içerisinde İngiltere ve Fransa önce birer birer sömürgelerini, 1956 Süveyş-Macaristan krizlerinin girdabında da süper-devlet statülerini kaybetmişlerdir. Gerek ABD gerekse Sovyetler Birliği ise emperyalist düzene kendi bakış açıları ile yeni yorumlar getirerek bakmışlardır.

EMPERYALİZMİN YARATTIĞI SİSTEMİN 'ACI ANITI'

Her ne kadar ekonomik sömürü anlayışları birbirlerinden farklı olsa da politik açıdan bu iki süper devlet, kendilerine bağlı kukla hükümetler kurarak sömürgelerine, özellikle medya-propaganda bombardımanına bağlı "yumuşak güç" kullanımı ile de yarı sömürgelerine hükmetmeleri konusunda şaşırtıcı benzerlikler taşımaktadırlar. Bağımlılık derecesini artırıcı nitelikte ekonomik ve askerî yardımlar ile sömürülen ülkelerin liderlikleri göbekten Washington veya Moskova'ya bağlanırken, halkların neredeyse köleleştirilmesinin maliyeti de düşürülmüş olmaktadır; çünkü bu yolla sömürgelerde artık emperyal ordu birlikleri değil, "hükümet kuvvetleri" tutulmuş, danışmanlar(!) vasıtası ile sözde başkanlar avuç içine alınmışlardır.

Haitililerin bugün içinde bulundukları insanlık dramı, emperyalizmin yarattığı bir sistemin nelere yol açabileceğinin acı bir anıtı olmuştur. Zaten Latin Amerika'nın ilk bağımsız, hem de post-kolonyal dönemde zenciler tarafından yönetilerek kurulan ilk devleti olan Haiti'nin, 200 yıl içinde maruz kaldığı 30'u aşkın darbe acaba köle isyanı ile kurulan bu biricik ülkeden Batı'nın aldığı bir intikam mıdır? Fransız Devrimi'nin idealizmi ile daha 1800'lerin başında bağımsızlığı kazanan, ABD'nin kurulmasına ve Simon Bolivar'ın Güney Amerika Devrimi'ne büyük yardımları olan Haitililer, kendi başına buyruklukları, özgürlüklerine olan düşkünlükleri için mi cezalandırılmaktadırlar? Küba'da Castro rejimine karşı Karayipler'in bu diğer adasında Duvalier hanedanını 30 yıl iktidarda tutan güç vudu veya kara büyü değil, başta ABD olmak üzere yabancı desteği olmuştur. Ancak Duvalierler, iktidarları boyunca devletin temellerini bizzat kendileri çökertmişlerdir. 1990'ların Yeni Dünya düzeni ise Haiti'ye demokrasi değil, daha vahim bir politik yozlaşma süreci taşımıştır.

İspanyola Adası'nı paylaştığı İspanyolca konuşan komşusu Dominik Cumhuriyeti, uzun diktatörlük yıllarının ardından ekonomik ve politik anlamda büyük ilerlemeler sağlarken, Latin Amerika'nın tek Frankofon ülkesi olan Haiti niçin dram üzerine dram yaşamakta, daha doğrusu yaşanan uzun dram, yeni ve daha ağır safhalara girmektedir? Sahi, deprem Haiti'yi yerle bir ederken, İspanyola Adası'nın öteki devleti Dominik Cumhuriyeti nasıl ayakta kalabilmiştir?

Haiti, başarısız olmuş bir devlettir, aynı Liberya, Somali, Sierra Leone, Kongo ve Afganistan gibi. Ama bu durum, bir Üçüncü Dünya krizi değildir, birinci ve ikinci dünyaların günümüze miras bıraktığı bir sömürü-sonrası dramıdır. Zorla iş başına getirilen devşirme diktatörlerin bıraktığı enkazdır. Sovyetler'in yıkılmasını müteakip Balkanlar'da ve Kafkaslar'da yaşanmıştır bu dramın Sovyetler-sonrası aşaması. Afrika'da, Karayipler'de ise bir diğer aşaması Birinci Dünya'nın mirası olarak yaşanmaktadır. Ne otoriter, ne totaliter rejimler sağ çıkabilmiştir 1990'ların dünya politikasında yarattığı tektonik hareketlere. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan bir sistemin de iflasıdır aslında bu olanlar. Ancak dikkat ediniz, Afganistan'da başarısız olmuş bir devletin vebalini kendi emperyalist hırslarına değil "Müslümanlığa" dayandırmaya çalışanlar sessizleşmektedir, üst üste çöken diğer (Hıristiyan) devletlerin enkazı dünya politik zeminini doldururken. Çünkü gerçek vebal, kendi yarattıkları sistemin üzerindedir ve bunu itiraf etmek bütün bir sistemin sorgulanmasını gerektirir.

 
YAZIK OLUYOR KARAYİPLERİN 'SİYAH İNCİSİ'NE

1999 Marmara Depremi, Türkiye'nin politik yapısında o zamana kadar örtülmeye çalışılan pek çok gerçeği de ortaya çıkarmıştı. 2002 Kasım'ında AK Parti'yi iktidara taşıyan en önemli, buna karşılık en az tartışılan faktörlerden biri değil miydi deprem? Türk halkının AK Parti'ye yüklediği en önemli görevlerden biri politik enkazı toplamak değil miydi?

Aradan geçen yedi yıl içinde AK Parti, bu konuda önemli adımlar atmayı başardı. BM'nin yıllardır görev yaptığı, ABD'nin demokrasiyi restore etmek için müdahalede bulunduğu, yabancıların güya ekonomik ve politik yardımlar yaptığı Haiti'de ise durum çok daha vahim... Bu depremin ardından Haiti'de başarısız olan devlet yerine ne yazık ki kamu menfaatini gözeten, meşruiyetini kendi halkının özünden alan bir hükümet ile gerçek bir devlet kurulamayacak. Büyük ihtimalle yine yabancı güçlerle işbirliği yaparak halkına rağmen ayakta kalan bir yönetim iş başına getirilecek. Ta ki yeni bir doğal felakete veya insanların isyanına kadar! Sonra isim değişecek ama karakter baki kalacak. Yazık oluyor Karayipler'in 'Siyah İncisi'ne; çünkü bu durum kader değil, insan açgözlülüğünün çökerttiği bir sistemin mazlum bir halk tarafından ödenen acı bedeli!.. 
Doç. Dr. Mehmet Hasgüler & Dr. Murat Özkaleli Lefke Avrupa Üniversitesi öğretim üyeleri

Kaynak: Zaman