Türkiye'nin 50 yıllık AB yolculuğu 2005 yılında başlayan üyelik müzakereleri ile son aşamasına girmiş gibi olsa da süreç, görünürde Kıbrıs sorunu, özünde ise Avrupa'da Hıristiyan-Demokrat muhafazakâr yapının Türk-İslam karşıtlığı nedeniyle ciddi bir tıkanıklık yaşamaktadır.
İsviçre'de yaşanan minare tartışmaları ile yeniden alevlenen İslamofobik refleksler uzun süre gündemi meşgul edeceğe benziyor. Ayrıca Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin AB üyeliğini engelleme politikasını kendi ulusal seçimlerinde bir rant malzemesi olarak kullanan Merkel-Sarkozy ikilisi tarafından Türkiye'ye karşı güçlü bir silaha dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Almanya ve Fransa'daki iktidarlar tarafından yönlendirilen Brüksel, Kıbrıs üzerinden Türkiye'nin önünü tıkamak niyetindedir. Oysa Türkiye'de AK Parti liderliğinde bir başka muhafazakâr demokrat iktidar işbaşındadır ve bu iktidar doğru algılandığı takdirde Avrupa'nın medeniyetler buluşması sentezi ile gerçek bir dünya aktörü olmasını sağlayacak nitelik ve güçtedir.
Türkiye AB üyesi olunca AK Parti, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti içindeki milyonlarca Müslüman'ın Avrupa'daki temsilcisi olmakla kalmayacak, bugün Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa içinde yaşayan (Türk olan-olmayan) milyonlarca Müslüman'ın da demokratik temsilcisi haline gelecektir. Burada ileri sürülen tez, en iyi Avrupa Parlamentosu (AP) yapısının AK Parti katkısı ile değerlendirilmesi ile anlaşılacaktır. Bilindiği gibi AP'de milletvekilleri "ülke grupları" olarak değil, kendi politik grupları içinde hareket etmektedirler ve bu bağlamda üye ülkelerin neredeyse tamamına sirayet etmiş bir "Hıristiyan Demokrat" grup bulunmaktadır. Elbette AK Parti'den seçilecek Avrupa milletvekillerinin bu grupta yer alması düşünülemez. Öte yandan Türkiye, çok sayıda milletvekili kontenjanı olan bir ülke olacağından ve mevcut durum ile AK Parti, Türkiye kontenjanının neredeyse yarısını çıkartabileceğinden AK Parti kendi grubunu kurmaya yetecek kadar milletvekilini AP'ye gönderme gücüne sahiptir. Bu gruba Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika hatta Yunanistan ve hatta Kıbrıs'tan milletvekillerinin katılımı ile grup, Avrupa'yı kuran ilkelere en çok hizmet edecek şekilde "Avrupalı" bir hüviyet kazanacaktır.
Avrupalı Hıristiyan Demokratlar belki politik olarak kısa dönem bir menfaat kaybına uğrayacaklardır. Ancak, AB'yi kuran demokratik ilkeler dikkate alındığında AK Parti merkezli Müslüman demokratların varlığı gerçekte tarihî bir kazanım olacaktır. Her şeyden önce AB içindeki Müslüman Avrupalılar, siyasi katılım ve kendilerini ifade etme konusunda yeni Müslüman Demokrat grup ile önemli bir şans elde edeceklerdir. Bu da Avrupa Birliği'nin hem demokrasi hem de medeniyet buluşmasını doğal dinamiklerinde kazanmasına yol açacaktır.
Ortadoğu ve Avrupa dışı Müslümanlara salık verilen demokrasi ve insan haklarında açılımlar artık AB'nin karar vericileri tarafından kendileri için de yapılmalıdır. Günümüzde "Hıristiyan" kimliğinin politik yansıması AB içinde bir temsiliyet ve söz hakkına sahipken aynı hak Müslüman Avrupalılar tarafından kullanılamamaktadır. Öyleyse Avrupa Parlamentosu seçimlerinde AB üyesi olan bir Türkiye'nin yapacağı en önemli katkı Müslüman Demokratlar grubunun ortaya çıkmasını sağlamak olacaktır. Böyle bir gelişme, AB içerisinde bulunan Müslümanların "radikalizme"(!) kaymalarını engelleyeceği gibi demokrasinin en önemli ilkelerinden olan katılım ve gerçek temsiliyet böylece halihazırda Avrupa'da yaşayan milyonlarca Müslüman için de hayatiyet bulmuş olacaktır. Ayrıca AB'nin üye yapılmış bir Türkiye eliyle ortaya çıkaracağı potansiyel uzlaşma kültürü ve emsali bütün dünyada bir düşman olarak gösterilen sözde İslami radikalizme benzersiz bir alternatif de sunacaktır.
Avrupa Parlamentosu'nun gerçek bir Avrupa kurumuna dönüşmesi bugün içerisinde her türlü fikrin örgütlendiği yapılara yeni bir örnek de katılmış olacaktır. Böylesi bir Avrupa gerçekten medeniyetler buluşmasına Müslüman Demokratlar olarak AK Parti'nin katacağı pozitif etkiyi artık sorumlu bir biçimde düşünmelidir.
Avrupa Parlamentosu'nda gerçekçi bir Hıristiyan Demokratlar grubunun yanına Müslüman Demokratların sağlayacağı katkının kimlikler Avrupa'sına vereceği katkı muazzam olacaktır. Artık Avrupa Birliği içinde ve dışında yer alan bütün Müslümanları kapsayan ve bu vatandaşların kimliklerine gereken demokratik hakları tanıyan politikalar üretilmek durumundadır.
Aralık 2009'da yapılacak Avrupa Birliği Zirvesi'nde Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerine ilişkin yapılacak değerlendirmenin medeniyetler buluşması gibi bir perspektife sadık bir biçimde yapılması şarttır. Özellikle Fransa'da Sarkozy, Almanya'da Merkel ikilisinin Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili başlattıkları yanlış ve tehlikeli kampanyanın sona ermesi AB'nin geleceği açısından elzemdir. Van Rompuy gibi Türkiye-İslam karşıtlığı üzerine politik kimlik inşa etmiş bir şahsiyetin Hıristiyan Demokrat ittifak tarafından AB başkanlığı gibi en kritik bir göreve getirilmesi veya Kıbrıs üzerinden Türkiye'nin önüne suni engeller çıkarılması gibi yanlışlardan vazgeçilmelidir. Burada dışlanan sadece Türkiye değil, aynı zamanda Avrupa Birliği içinde yaşamını idame ettiren milyonlarca Müslüman'dır da.
Bunun için de iç politikada demokrasiye ve insan haklarına, dış politikada ise Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de barışa yönelik tarihî açılımlar başlatan AK Parti hükümetine karşı rasyonel davranılmalı ve Türkiye'nin AB'ye aday ülke konumuna gelmesi ile yakalanan medeniyetler buluşması şansının kaybedilmesine müsaade edilmemelidir. Bugün İslam ile terörü aynı kefeye koyan anlayışlara verilecek en doğru cevap Türkiye ve Avrupa'da milyonlarca vatandaşın Müslümanlıkları ile barışık bir şekilde demokratik sistemin içinde yer aldıklarının ortaya konulmasıdır. Amaç, Müslümanları kategorize edip dışlamak değil, onların Avrupa Parlamentosu'nda temsil edilecekleri bir birleşme ve bütünleşme projesini hayata geçirmek olmalıdır. Bu konu, Birleşik Avrupa fikrini ortaya atanların da bütün tezlerine hayat verecek yepyeni bir yaklaşım olacaktır.
Doç. Dr. Mehmet Hasgüler / Lefke Avrupa Ünv. Öğretim Üyesi
Kaynak: Zaman