Parlamento seçimlerinde tercihini birçok iç ve dış faktörün etkisi altında yapan Lübnanlı seçmen, ülkesinin hukuksal, siyasal ve sosyo-etnik yapısının olumsuz yönlerinden dolayı 7 Haziran'dan beri aramakta olduğu istikrara henüz kavuşamadı.
Seçim sonuçlarına bakıldığında Saad Hariri'nin "Mustakbel" Hareketi'nin milletvekili sayısını 34'ten 38'e yükseltmesi ve parlamentoda en güçlü gruba sahip olması nedeniyle hükümeti kurma görevini Cumhurbaşkanı Michel Suleyman'dan almasının üzerinden iki ay gibi bir süre geçmesine ve gerek içeride gerekse ülke dışındaki yoğun görüşme trafiğine rağmen Hariri, bu misyonu tamamlayamamıştır. Bu süreçte yaşanan uzun dönemli siyasî kaos, her ne kadar Lübnan'da kanıksanan bir durumsa ve de Hariri, sorunun çözümüne ilişkin olarak açıktan tavır almaktan çekinmekteyse de, Beyrut merkezli değerlendirmeler bu çıkmazın arkasında çok ciddi birtakım faktörlerin yattığını göstermiştir. Şöyle ki:
Sürprizler ülkesi Lübnan'da her an her şey olabilir ihtimalini gözden uzak tutmamak kaydı ile iktidardaki 14 Mart Hareketi ile muhalefetteki 8 Mart İttifakı'nın hükümetin oluşumuna ilişkin ileri sürmüş oldukları kabul edilemez şartlar, tarafların masaya oturmasının önünde duran en büyük engeldir.
Saad Hariri'nin cevap vermesi gereken ikinci husus ise krizi çözmek üzere hareket halinde olan iç ve dış güçlerin çözüm olarak önermiş olduğu 15 bakanlığın iktidara, 10 bakanlığın muhalefete ve 5 bakanlığın ülke siyasetinin temel aktörü olan Cumhurbaşkanı Michel Suleyman'a ve dolayısıyla veto gücünün kendine bırakılması yönünde bir hükümet kurma formülüne destek verip vermediği sorusudur.
Krizin çözüm bekleyen konularından biri de Özgür Yurttaş Hareketi'nin Maruni lideri Michel Aun'un son seçimlerde parlamentodaki sandalye sayısını 16'dan 21'e çıkarmasına rağmen yenilenler arasında yer alması ve meclise girmeyi başaramayan damadı Jubran Basil'e verilmesini istediği ulaştırma yahut içişleri bakanlığı da dahil olmak üzere kilit bakanlıkların partisine bırakılmasında ısrar etmesidir.
Hariri'ye esas darbe yıllardan beri müttefik olduğu ve pek çok konuda birlikte siyaset geliştirdiği Velid Canbolat'ın 14 Mart Hareketi'nin son tutumlarını eleştirerek söz konusu birlikten beklenmedik bir şekilde çekilmesi, ABD'nin Lübnan politikasını eleştirmesi ve babasının ölümünün arkasında yer aldığı iddialarına rağmen Canbolat'ın Suriye'ye elini uzatıp yeni sayfanın açılması yönünde hazır olduğunu ilan etmesi olmuştur. Her ne kadar bu siyasî manevranın Dürzi azınlığın ve lideri olduğu İlerici Sosyalist Parti'nin taleplerine dayandığını ileri sürmüşse de Canbolat'ın asıl istediği muhalefetteki Hizbullah ve Emel'e ılımlı mesajlar göndermek pahasına da olsa Hariri'nin karşısına güçlü bir şekilde çıkmak ve taleplerini kabul ettirmekten başka bir şey değildir.
İçeride bu sorunlarla boğuşan Saad Hariri, dışarıdan da İsrail baskısı ile karşı karşıya kalmıştır. Hizbullah'ın hükümet dışı bırakılması ve koalisyonda yer aldığı takdirde Tel Aviv'e yönelik yapılacak herhangi bir saldırıdan dolayı söz konusu örgütün değil doğrudan bütün ülkenin hedef alınacağı yönündeki açıklamaları sonrasında bu ülkeden elini çekmeyeceğini gösteren İsrail karşısında Hariri'nin alacağı tavır merakla beklenmektedir. Ancak Lübnan'da yaşanmakta olan bu siyasî kaosun çözüm takvimine ilişkin olarak senaryolar durmaksızın ortaya atılmaktadır. Beyrut medyasında son günlerde tartışılan ilk senaryo şu an itibarıyla bir hükümet kurulsa dahi eylül ayında Hariri suikastı dosyasına ilişkin yapılacak açıklamayla birlikte dağılabileceğinden hareketle hükümetin oluşumunun Ramazan sonrasına sarkacağı doğrultusundadır. İkinci bir senaryo ise yıllardan beri Lübnan'ın iç dengelerinde etkili olduğu bilinen Suriye ve Suudi Arabistan arasındaki ihtilafların Türkiye ve birkaç Arap ülkesinin arabuluculuğu ile çözümlenmesinin beklendiği, Şam ve Riyad'ın barışması sonrasında çok daha güçlü bir hükümetin iş başına geçeceği iddiasının ön plana çıkması şeklindedir. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu'nun Lübnan'a gerçekleşen son ziyareti de bu çerçevede yorumlanmıştır.
Kaynak: Zaman