Kuşkusuz 19 Aralık 2009 tarihi, Suriye-Lübnan ilişkilerinde milat olarak nitelenecek kadar önemli bir gün olmuştur.
Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri'nin 14 Şubat 2005'te kurban gittiği kanlı saldırının arkasında Suriye'nin olduğuna yönelik imaların dile getirilmesiyle oğul Hariri, Dürzi lider Canpolat ve Marunilerin Kataeb Partisi önderliğindeki 14 Mart Hareketi'nin Şam ile olan ilişkilerin dondurulması kararı alınmasından nerede ise beş yıl sonra ve sürpriz bir şekilde Lübnan'ın yeni Başbakanı Saad Hariri Suriye'ye bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Aslında Hariri suikastından sonra Nisan 2005 tarihinde ve Birleşmiş Milletler'in 1559 No'lu kararı doğrultusunda Lübnan'dan zor şartlar altında, büyük suçlamalar ve sert yaptırımlara maruz kalan ve bu ülkeden çekilen Suriye, gidişatın Beşşar Esed'in koltuğunun sallantıda olduğunu gösterdiği esnada böyle bir gezinin gerçekleşmesi Şam yönetimini rahatlatacak ve iki ülkenin barışmasını sağlayacak yeni bir sürecin başlamasını beraberinde getirecektir.
İki günlük ziyaret esnasında tarafların tüm resmi protokolleri bir kenara bırakması, Beşşar Esed'in Saad Hariri'nin yanaklarını her görüşmede Lübnan usulünce üçer defa öpmesi ve misafirine sadece özel konuklarını ağırladığı "Halk Sarayı"nı açması ve her iki liderin bu dostane tavrı sekiz saate varan görüşmelere yansıtmaktan çekinmemesi Mayıs 2008'de kurulan Uluslararası Özel Hariri Mahkemesi'nin gölgesinden uzak ve son derece yapıcı bir görüşme yaptıklarını açık bir biçimde göstermiştir. Dahası her iki taraf söz konusu ziyaretle birlikte 26 Ağustos 2005'te Suriye'ye gerçekleşen ve olumsuz bir şekilde gelişen son üst düzey temas konumunda olan on dakikalık Refik Hariri-Beşşar Esed görüşmesinden sonra böylesi bir ziyaretin gerçekleşmesi, ikili ilişkilerde gelinen noktayı göstermesi bakımından oldukça manidardır. Geziden öne çıkan temel dersleri özetleyecek olursak:
Lübnan politikası ve İran ile olan yakın ilişkilerinden dolayı Suriye'yi dışlayan konjonktürün değiştiği ve bu değişimde özellikle ABD, Avrupa Birliği, Fransa, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın Esed hükümetiyle diyalog sürecine girmelerinin bu değişimde etkili olduğu görülmüştür.
Ülkemizde bazı medya organları ısrarla Ankara-Şam arasında bir su krizinin yaşanmakta olduğunu iddia etmekteyse de, Beşşar Esed'in ülkesi ile Lübnan arasındaki yakınlaşmada Başbakanımız Tayyip Erdoğan'ın rolünden övgüyle bahsetmesi, Türkiye'nin son yıllarda bölgeye yönelik açılım politikasının ne denli etkili olduğunu göstermiştir.
Ziyaret ile birlikte en büyük hayal kırıklığını; gerek Lübnan içindeki gerekse Lübnan-Suriye arasındaki husumetlerden sık sık prim elde etmeye çalışan İsrail yaşamıştır. Nitekim, İsrail hükümetinden yapılan Lübnan'ın artık "şer ekseni" merkezindeki yerini aldığı ve ülkenin güneyinden gelebilecek en ufak bir saldırıdan dahi Saad Hariri hükümetinin sorumlu tutulacağına yönelik açıklaması, Tel Aviv'deki hayal kırıklığının ne derece büyük olduğunu ortaya koymuştur. İsrail'den gelen bu sert sözler, Ahmet Davutoğlu'nun barışı öldüren tarafın İsrail olduğu ve kısa vadede Tel Aviv'e bir ziyaretin planlanmadığına yönelik açıklamasında ne denli haklı olduğu bir kez daha görülmüştür.
Esed hükümetinin eleştiri konusu olan başta İran, Hizbullah ve Hamas'a yönelik politikalarından geri adım atmadan, Hariri ile diyalog sürecini başlatmayı başarması, Suriye'nin istediğini alabilen bölgesel bir güç haline geldiğinin kanıtı olmuştur.
Siyasete yeni yeni ısınan Hariri'nin böyle bir hamle yapmadan önce Lübnan'daki son seçimlerin galibi olarak gelmesi ve ancak başbakan sıfatıyla Şam'a gitmesi, kin ve intikamdan uzak pragmatik ve gerçekçi politikalar üzerine hamleler yaptığına dair önemli göstergedir, kayda değerdir. Hariri'nin, Suriye ziyaretinde içtenlikli görüşmeler yapıldığı, karşılıklı olarak iki ülke halkının çıkarları doğrultusunda böylesi bir adım atıldığı ve önemli kazanımlar elde edildiğine yönelik sözleri iki ülke ilişkilerinin Hariri suikastına yönelik yargılamanın dışında tutulduğuna işaret etmekte ve iki ülke arasındaki yeni politikanın ana hatlarını ortaya koymaktadır.
Saad Hariri, Şam'daki sarayının kapısına varıncaya kadar kuşkusuz mayın tarlasını andıran zorlu bir karar sürecinden geçmiştir. Gerek Şam gerekse Beyrut, bu temasın yolunu açarken yıllardan beri gündeme getirilemeyen fakat geçen haziran ayında gerçekleşen diplomatik ilişki kurma kararı, on dört yıl boyunca Suriye'nin denetimi altında yaşayan Lübnan'da bu dönemde faili meçhul cinayetlerin kurbanlarının akıbeti ve son olarak sınırların kesin bir şekilde çizilerek hukuki bir statüye bağlanması hususunda ortak çalışmalar yapmak yönünde etkili olmuştur. Bu yeni sürecin en önemli yapı taşı "Lübnan'ın bölgenin en zayıf halkası olduğu" yönündeki haksız yaklaşımların ve bu ülkenin iç işlerine karışmama yönünde kanaatin doğması ile beraber, bölge için Lübnan'ın kazanılması gereken bir komşu ve vazgeçilmez bir ortak olduğu kesinleşmiştir.
Kaynak: Zaman