Önce İsrail, arkasından ABD ve Avrupa ülkeleri seçimlerden memnun olmadıklarını deklare ettiler. Her şey demokratik prosedüre göre cereyan etmişti, ama sandıktan çıkan sonuçlar İsrail?in istediği gibi değildi. Seçim sonuçlarını tanımadığını açıklayan İsrail vakit kaybetmeden önce ekonomik ambargo koydu. Bu aslında ?ambargo? olarak bile nitelendirilmezdi. Çünkü Filistin?in kamu kuruluşlarına ait paralara el konuluyor, hesaplar bloke ediliyor, böylece çalışanların maaş almalarına mani olunuyordu. Kısa zamanda Filistin?de hizmetler durdu, açlık tehlikesi başladı. Filistinliler, dışarıdan aldıkları yardımı çantalarına koyarak Filistin?e getirme yolunu tuttular. Bu sadece açık bir hukuksuzluk değildi, aynı zamanda insan onurunu ayaklar altına almaktı, Filistinlilerin tek suçu demokratik bir seçime gitmeleriydi. Bunun yetinmeyen İsrail, arkasından Gazze ve Batı Şeria?ya bir çok masum sivilin hayatını kaybettiği operasyonlar düzenledi. Dahası dünyada eşi benzeri görülmeyen başka bir operasyon yapıp, seçilmiş 27 milletvekili ile 8 bakanı esir alıp hapishanelere attı. İsrail esir aldıklarını kolay kolay serbest bırakmaz, daha önce de 10 Filistinli siyasetçiyi resmen kaçırıp içeri tıkmıştı. Şimdi İsrail zindanlarında Filistin meclis Başkanı olmak üzere 40 siyasetçi bulunuyor. Böylece Filistin parlamentosunun üçte biri ile Bakanlar Kurulu?nun dörtte biri esir alınmış oluyor. Bütün bunlar cereyan ederken uluslar arası kuruluşlar ve en başta BM sesini çıkarmıyor. Avrupa, demokratik değer ve prosedürlerin hiçe sayıldığı bu operasyonlar karşısında suskun, hatta ekonomik ambargoya kendisi de katılıyor. Bu dehşet verici olayda dikkati çeken nokta, İsrail?i asıl kızdıran hususun, Hamas?ın ?İsrail?i tanımaması? değildir. Esasında Hamas, dolaylı yollardan İsrail?i tanıyabileceğine ilişkin önemli sinyaller verdi. Ocak seçimlerinden sonra yetkililerin yaptığı açıklamalara göre, eğer İsrail 1967 öncesi sınırlara çekilirse, mültecilerin geri gelişine izin verir, yerleşimcileri el koydukları Filistinlilerin mülk ve topraklarından çekerse ve elbette Kudüs?ü Filistin?in başkenti tanırsa Hamas İsrail?le görüşmelere oturacaktı. Bunu bir kenara önemli bir merhale olarak not etmek gerekir. Suudi Arabistan Kralı Abdullah?ın 2002?de Beyrut?ta açıkladığı plan da üç aşağı beş yukarı bu çerçevede idi. En azından Kral Abdullah?ın planı ve Hamas?ın seçimlerden sonra yaptığı açıklamaların, müzakerelerin başlaması açısından büyük önemleri var. Fakat zaten İsrail?i de tedirgin eden nokta bu oldu. Burada İsrail?in iki gelişmeden korktuğunu söylemek mümkün: 1) Sahiden Arapların ve Filistinlilerin mümkün bir barış planı önermeleri, 2) Filistin?de sahici bir demokrasinin işler hale getirilmesi. Bu her iki nokta İsrail?in bütün orta ve uzun vadedeki stratejilerini altüst eden gelişmeler olur. Çünkü İsrail, söylemini Arapların ve Filistinlilerin uzlaşmazlığı ile Arapların demokrasi karşıtlığı üzerine oturtmuştur. İsrail, Arapların varlığını tanımadıklarını, onu bir halk olarak haritadan silmek istediklerini propaganda etmekte, bu propaganda sayesinde işgallerine ve hukuk ihlallerine devam etmektedir. Filistin?in ve bölgenin demokratikleşmesi ise İsrail?i fazlasıyla korkutur, kuruluş gününden bu yana oryantalist çerçevede geliştirdiği söylemini boşa çıkarır, ayrıca hükümetlerden ve yöneticilerden hesap soran halk, ülkelerinin İsrail?e karşı daha aktif tutum içine girmelerini sağlar. Demokrasi İsrail?in korkulu rüyasıdır. İsrail, sadece Filistin?de değil, bütün bölgede demokrasinin önündeki en büyük engeldir.