Televizyon ve radyo haber sunucusu Amy Goodman geçen hafta Amerikalı ünlü gazeteci Seymour Hersh'e, "Irak'ta sürmekte olan savaşı eleştirmelerine rağmen Demokrat Parti adayları neden İran'a karşı bir savaşa son derece istekliler" diye sorunca büyük bir soğukkanlılık ve basitlikle şu cevabı veriyor: "Bunun nedeni kesinlikle New York'tan gelen Yahudi finansmanıdır. Başka bir açıklaması yok bunun".

 

Hersh, ABD medyasında çok ender rastlandığı için bir sürçü lisan örneği gibi duran bu gerçeği ortaya çıkarıyor: Eğer Başkanlık seçimlerine adaylığını koyarsan Amerikan halkının desteğini kazanman seçimi kazanmanı garanti etmez aksine ABD'deki Yahudi lobilerdeki temsilcileri vasıtasıyla İsrail halkının desteğini de kazanmalısın.

 

Belki bu ilginç bir durum olabilir. Ancak ABD'deki iç siyasi denge ve bunun iç ve dış dinamikleri bu gerçeğe tanıklık ediyor.

 

İSRAİL FAKTÖRÜ

 

İsrail Haaretz gazetesi Washington muhabiri Shmuel Rosner, "İsrail Faktörü: Başkanlık adaylarının sıralanması" adıyla özel bir dosya hazırladı. Gazete her hafta ABD Başkanlık adaylarının tutumlarını ve İsrail'in taleplerine ne kadar cevap verebildiklerini anlatıp onları performans ölçerden geçiriyorlar.

 

Rosner'in ABD Başkanlık adaylarını değerlendirdiği bir kriter de İsrail'in Ortadoğu'da üstün olmasını sağlamak, güç ve egemenlik faktörlerini tekelinde bulundurmak için İran'a karşı bir savaşa girmeye ne kadar hazır olduklarıdır.

 

İsrailli Gazeteci, Barack Obama Haaretz gazetesinde performans ölçerde düşük bir seviyede olduğunu fark edince söylemini İsrail lehine ve İran aleyhine değiştirdi.

 

ABD Başkanlık adayları kendi vizyonlarını İsrail'in vizyonuyla birleştirmezlerse, ABD'deki iç güç dengeleri hiç birine başarı şansı vermediğini çok iyi algılıyorlar. Buna örnek olarak Başkanlık adayları Hillary Clinton ve Barack Obama'dır ki ikisi de Demokrat parti tarafından aday gösterilmesi beklenen en şanslı adaylardır.

 

"God and Hillary Clinton" (Rab ve Hillary Clinton) adlı kitabında Amerikalı Yazar Paul Kengor, Hillary'nin siyasi hayatına başlarken Filistin davasına fazlaca sempati beslediğini İsrail politikalarına karşı ise şiddetli nefret duygularına sahip olduğunu öyle ki 1973 yılında Amerikalı Yahudi birinin evin kapısında İbranice Tevrat ayeti (s:48) yazılı olduğu için girmeyi reddettiğini" yazıyor.

 

Ancak bu bakış açısı, kocası Clinton'un ikinci defa Arkansas valiliğini kazanmak için giriştiği 1981 seçim mücadelesi muammasında kocasıyla birlikte Amerikan Yahudilerini kazanmak amacıyla seçim kampanyalarının çok önemli bir ayağı olarak İsrail'e bir hac ziyaretinde bulunmalarıyla tamamen değişti. 

 

Hillary Clinton gibi Barack Obama da siyasi hayatına Filistinlilere sempati duyarak başladı. Ancak iç güç dengelerini ve Amerikan Siyasi Hayatının dinamiklerini anlaması fazla uzun sürmedi.

 

"Barack Obama İsrail sevgisini nasıl öğrendi" adlı makalesinde gazeteci yazar Ali Ebu Nime, Merhum Edward Said'in ana konuşmacı olduğu Amerikalı Arap Toplumunun 1998'de düzenlediği bir kutlamada Obama ile nasıl karşılaştığını anlatıyor. Ebu Nime'nin anlattığına göre Obama o dönemde Amerika'nın Filistin Politikalarını şiddetle eleştiriyordu. Sonra Obama'nın konuşmalarında Filistinlileri hararetle savunan birinden İsraillilere derin bir sempati besleyen birine dönüştüğünü söylüyor.

 

1 Mayıs 2007 tarihinde Obama'yla yapılan bir seçim röportajında bu dönüşümü en keskin biçimde görebiliriz: Gazetecinin son olarak"Filistin halkının çektiğini kimse çekmemiştir" diye demeç verdin, hâlâ bu demecinin arkasında mısın? diye bir soru sorunca Obama şu cevabı veriyor: "Burada kastettiğim hiç kimse Filistin Halkı kadar İsrail'i tanımakta ve şiddeti kınamakta bu kadar başarısız olan liderlerinden çektiği kadar çekmemiştir". İşte böyle Obama laf cambazlığı yaparak çelişkiden çelişkiye düşüyor.

 

ABD Başkan adaylarının gelmekte olan İran karşıtı savaşla ilgili görüşleri-Filistin Meselesindeki tutumları gibi- adayların çok iyi bildikleri iç dengelere boyun eğdiği kadar kendi şahsi görüşlerine ya da Amerika'nın Ortadoğu'daki çıkarlarına yönelik tasavvurlarına boyun eğmiyor.

 

Şimdiki şartlarda en önemli denge ise İsrail yanlısı lobinin İran'a karşı savaş kararı almasıdır. Hiç bir başkanlık adayının hatta seçilmiş hiçbir başkanın bu karar karşısında durmaya gücü yetmemektedir.

 

SEÇİM SAVAŞI

 

ABD Başkan adayları arasında İsrail lehine İran'a karşı bir savaş konusunda vardıkları siyasi görüş birliği seviyesine bakarsak ABD Başkanı Bush, başkanlık seçimleri öncesi saçma Irak savaşı nedeniyle siyasi gücü zayıflayan partisine bir seçim yatırımı olarak İran'a karşı bir savaş başlatabilir.

 

Bu savaş durumuna sürükleyen birkaç neden var:

 

Birincisi: Savaş, savaşa giren başkanın kısa vadede popülaritesini artırmakla birlikte uzun vadede neticesi felaket olur. Çünkü duygusal şarj atmosferi, medyanın dolduruşu ve savaşın başlaması için gerekli kamuoyu oluşturma sanatı, başkanlık seçimleri öncesi Amerikan kamuoyu desteğini kazanmak için son şansı olacaktır.

 

İkincisi: Savaş kararı veren George Bush ve yardımcısı Dick Cheney başkanlıklarının ikinci dönemine yaklaşıyorlar. 2008 yılı sonrası için ikisinin de siyasi emelleri bulunmamaktadır. Eğer saldırı olayları Amerika'nın pek arzu etmediği şekilde gelişirse bu siyasi bir geleceği olmayanların politik geleceklerini etkilemeyecektir.

 

Üçüncüsü: Amerikan Yahudileri sahip oldukları istisnai medya gücü sayesinde zafere aç olan George Bush'a, kişisel ve siyasi tüm emellerini yok eden Irak direnişi karşısında yaşadığı yüz kızartıcı durumu tazmin edecek hayali bir başarı ve zafer duygusunu yaşatabilir.

 

Bazı etkili Amerikalı Yahudi yazarlar, İran'a saldırmaya sürükleme yolunda George Bush'u yağlamak ve narsist kişiliğini masatlamak için yazılar kaleme aldılar. Buna örnek olarak Norman Podhoretz, Commentary dergisinde Haziran ayında "İran'ı bombalamanın gerekçeleri" adlı makalesinde George Bush'a övgüler dizerek onu "kötülüğü tanıyan ve onunla cesaretle savaşan bir adam" olarak tanımlayarak Bush'u "İran'a ve onun habis emellerine karşı koymaya" çağırdı. Makalesini şu sözlerle bitiriyor: "Ben kalbimin derinliklerinden Başkan Bush'un bunu yapacağına inanıyorum. Bu, adı kötüye çıkmış,"şer ekseni" kavramını icat eden ABD Başkanının gönlüne hoş gelen İncil dilidir."

 

AMERİKALI KURBAN

 

Stratejik olarak savaş kararı alındıktan sonra sıra bu  kararının çıkarılmasına ve gerekçelerinin anlatılmasına gelir. ABD'deki stratejik karar oluşturma aşamasını izleyen biri apaçık gerçeği algılamada zorlanmayacaktır: İran'a saldırı kararı çoktan alınmış,askeri saldırının planı formüle edilmiş ve para,medya ve şantaj vasıtasıyla siyasi elitin görüş birliği sağlanmıştır.

 

Öyleyse geriye sadece uygun zaman ve saldırıyı başlatmak için uygun bahaneler icat etmek  kalmıştır.Galiba bu seferki bahaneler Irak'ı yok etmek için uydurulan bahanelerden tamamen farklı olacaktır.

 

ABD ulusal güvenlik eski danışmanı Zbigniew Brzezinsky ki kendisi ABD siyasetçileri arasında derin stratejik duygusu olan ve fikri dürüstlüğe sahip nadir siyasetçilerden biri olarak kabul ediliyor, gelmekte olan savaşı pazarlama aşamalarını anlatırken "olayın önemli parçalarından biri de İranlıların aptallığının seviyesi, Ahmedinecad'ın söylemini hafifletebilme güçleri ve hamasetlerini kontrol altına almakla alakalıdır. Biz bu defa Irak örneğinin aksine kurban rolünü oynayacağız" diyor.

 

Brzezinsky bununla ABD'li liderlerin İran'a saldırıyı "Irak'taki askerlerinin can güvenliğini savunma" şeklinde formüle edileceğini ve savaş bahanesi olarak ise gerekçesi olmayan İran düşmanlığına karşı meşru bir tepki olarak göstereceklerini, Ahmedinecad'ın hamasetleri kanlı savaşa hazırlık olan medya savaşlarının en önemli bahanesi olacaktır, diyor.

 

İki tarafın Irak toprağı üzerinde ve sınırında sürtüştüğü bu şartlarda bir saldırı bahanesi uydurmak çok kolay. Önümüzdeki ABD seçim kampanyasının söylemi ne olursa olsun Demokrat ve Cumhuriyetçi başkanlık adaylarının bu duruma bakışı değişmiyor.

 

Demokratlar Cumhuriyetçi Başkan George Bush'u eleştirmeyi çok iyi beceriyorlar. Ancak İran düşmanlığında ve İsrail'i desteklemekte ondan daha fanatiktirler. Bunun nedenlerinden biri Demokrat Parti'deki Yahudiler Cumhuriyet Parti'dekilerden daha fazla. Kongrenin, İran Devrim Muhafızları Pasdaran'ı terör örgütü olarak kabul eden son kararını hem Cumhuriyetçiler hem Demokratlar desteklemişler.

 

AVRUPA TEHLİKESİ

 

İran aleyhindeki tehdit 2008 seçimleriyle seçilecek olan Amerikalı Başkanla sınırlı değildir. Aksine bu tehdit şimdiki Avrupa liderleri tarafından da sürdürülmektedir. Belki de İran'ın şansızlığı Avrupa siyasi konjöktürün Irak işgali arefesindekinden çok farklı olmasıdır. Avrupa'nın en büyük iki devleti Fransa ve Almanya 2003'te Irak'a karşı bir savaşa karşı dururken bugün bu iki devlet İsrail yanlısı ve ABD'deki Siyonist sağ koalisyona yakın yeni siyasi güçler tarafından yönetiliyor.

 

 

Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy Yahudi bir Yunan ailesinden geliyor. Avustralya'da yayın yapan "The Australian Jewish News" (Avustralya Yahudi haberleri) adlı gazetede Rennan Elias Sarkozy'nin dedelerinin ve amcalarının Siyonizm davasına derin bir iman ve destek geçmişlerinin olduğunu söylüyor. Bunun içinde Hayfa'da bir üniversite inşa etmek de var. Sarkozy'nin Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner da aynı kökenlerden gelmektedir. Babası Yahudi annesi ise Protestan bir Hıristiyan'dır.

 

Gerek Sarkozy gerekse Kouchner İsrail'e derin bir sempati ve güçlü bir bağlılık besliyor. Almanya Başbakanı Merkel ise İran konusunda İsrail ve  Amerika'nın görüşlerine yakın duruyor. İngiltere'nin yeni Başbakanı da aynı minval üzerinde gidiyor. 

 

Avrupa'nın gözüyle gelmekte olan savaşa bakan biri Fransa, Almanya ve İngiltere liderlerinin İsrail-ABD çizgisinin aynısını benimsedikleri bu dönemin İran'a karşı bir savaş için en uygun zamanın bugün olduğunu algılayacaktır.

 

İsraillilerin İran'ın nükleer bir bomba yapmak için 10 yıl gibi bir zamana ihtiyaç duymasını biliyor olmalarına rağmen İsrail'in bu savaşı başlatmak için bu kadar acele etmesinin en önemli nedenlerinden biri de tehlike daha büyümeden bertaraf edilmesidir. Bu en azından CIA'nın tahmini. Bunu söyleyen CIA. CIA İranlılara sempati beslemekle suçlanamaz…

 

Özetle ABD Başkanlık seçimleri adaylarının görüşü ne olursa olsun Ortadoğu'ya bu yıl ya da önümüzdeki yıl yıkıcı bir savaş geliyor. Savaşa girmek için İsrail, Amerika ve Avrupa açısından tüm sağlam faktörler bir araya gelmiş durumda.

 

Bölgede gelmekte olan yangından en fazla zarara uğrayan Arap ülkeleri olmaya devam edecektir. Sınırlarını ve topraklarını Irak halkının açlığa mahkûm edilmesi sonra da yok edilmesi için kullandıran bu ülkelerin liderleri İran halkına karşı aynı danışıklı rolü oynamakta tereddüt etmiyorlar.

 

Ancak gelmekte olan yangın Amerikalı liderlerin ve onların uzantıları olan Arap liderlerinin düşündüğü gibi sınırlı bir savaş olmayacak. Aksine Brzezinsky'nin haklı olarak belirttiği gibi en az yirmi yıl sürecek olan bu yangın bölgesel bir yıprandırma savaşına dönüşecek hemen akabinde alevleri Irak'ı, Suriye'yi, Lübnan'ı, Afganistan'ı, Pakistan'ı ve Körfez ülkelerini içine alacak bilahare kıvılcımı tüm dünyaya yayılacaktır.

 

Bu devasa yangın kesinlikle Amerika'nın Ortadoğu'daki son savaşı olacaktır.

Belki Arap Halkları açısından tek teselli noktası acı ve hüzünlere rağmen gelmekte olan savaşın bölgeyi daha önce görülmemiş şekilde sarsacak Arap bölgesini teslim almış olan ihanet ve korkaklık siyaset görüntülerinin bir kısmını silip süpürecek olmasıdır.

 

__________________

 

*Moritanyalı Yazar

 

 

Bu makale Mehmet S. Direk tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.