Dünya sinema çevreleri İran Sineması?na hep bir tedirginlik ve ön yargıyla yaklaştı. Birçok festivalde zorlaştırılan şartlar, getirilen ?nevi şahsına münhasır? zorunluluklar, protokoller ve psikolojik baskılar İran Sineması için doğal bir süreç haline gelmişti. İran, sadece siyasi arenada değil, sanat alanında da ?öteki? olmaya mahkûm edilmeye çalışıldı. Ancak karşılaştıkları hiçbir olumsuzluk İranlı sinemacıları yollarından alı koymadı. Önce ?sinirleri alınmış filmleri? ile katıldıkları uluslar arası film festivallerine, şimdilerde Batı?ya yönelttikleri en ağır eleştirilerin bile yer aldığı filmleri ile katılabiliyorlar. Amerika?da, Colombia Üniversitesi?nde öğretim görevlisi olarak çalışan ve Amerika?ya sonradan göç etmiş biri olan Prof. Dr. Hamid Dabaşi, Agora Kitaplığı?ndan çıkan ?İran Sineması? isimli kitabında, İran Sineması?nın serüvenini konu ediyor. Ancak sinemanın geçmişi ve geleceği ile ilgili yaptığı tespitler, röportaj yaptığı İranlı yönetmenlere sorduğu sorular ve kullandığı dil, Dabaşi?nin İran Devrimi?ne karşı duyduğu öfkenin emareleri olarak çıkıyor karşımıza. Dabaşi?nin hiçbir kaynak göstermeden, ön yargılı bir biçimde dillendirdiği iki önemli eleştirisini, eşi İranlı olan ve İran?da yaşayan yazar Cihan Aktaş?ın sayısız kişi, kuruluş ve verilerle oluşturduğu ?Şark?ın Şiiri İran Sineması? isimli eserindeki görüşleriyle karşılaştırdım. Prof Dr. Hamid Dabaşi, ?hayallerimizi çaldı? diyerek eleştirdiği İran devrimi lideri Ayetullah Humeyni?nin İslam Devrimi sonrasında İran sinemasının en kötü günlerini yaşadığı bir sürecin tetikleyicisi olduğunu savunuyor. Ona göre devrimden önce gelişme süreci içine giren İran Sineması, dini otoritenin getirdiği ideolojik ve baskıcı kurallarla durma sürecine girdi ve iktidarın kurduğu sansür kurulu İran Sinemasının hayat damarlarını kesti. Dabbaşi sözlerini şöyle sürdürüyor: ?İran sinemasının gelişimi, devrimden sonra ciddi bir biçimde sekteye uğradı. İslam Cumhuriyeti, sinemayı aktif olarak kendi propagandasını yapmak amacıyla kullanmaya başladı.Devlet, devrimi destekleyip yücelten filmlerin çekilmesi için milyonlarca dolar harcamakta tereddüt etmedi. En yetenekli İranlı yönetmenlerin çalışması fiilen yasaklandı?.(s. 24) Oysa Dabbaşi?nin hiçbir kaynak ve belge kullanmadan ortaya attığı bu iddialara, yazar Cihan Aktaş İran sinemasının en önemli isimlerinden ve yayın organlarından derlediği kaynakları ve verileri ile cevap veriyor. ?Ayetullah Humeyni, ahlaklı ve ilkeli bir sinemanın topluma faydalı olacağına inanıyordu (s.91)? diyen Aktaş, devrim-sinema ilişkileri ile ilgili olarak da şu bilgilere yer veriyor: ?İdeolojik bir devrim gerçekleşmiş bir ülkeden herkes, hele bu ülke savaşmaktaysa, sırf propagandaya dayalı filmler bekler. Fakat İran sinemasının stratejisini oluşturanlar başından itibaren, sinemayı devletin ve devrimin doğrudan bir propaganda aracı olarak düşünmekten kaçındılar. Propaganda ürünü geçicidir, ancak doğru olan kalır inancıyla, yönetmenlere ısmarlama film yaptırılmaması; bu yoldaki denetimin yol gösterme, himaye, finansal destek sağlama ve gözlemleme ile sınırlanması bir prensip olarak yerleşti.?(s.64) Kitabında İran İslam Devrimi?nin sinema sektörüne darbe vurduğunu iddia eden Prof. Dr. Hamid Dabaşi, devrimden sonra sinemaya getirilen sınırlamaların İran sinemasını neredeyse bitirme noktasına getirdiğini söylüyor. Kitabında sık sık devrimin sinemayı kısıtladığını savunan yazar, görüşlerine kanıt getirmemeyi ısrarla sürdürmeye de devam ediyor. Yaptığı röportajlarında cinsellik ve şiddet içerikli sahnelerin sansüre uğratıldığını hatırlatan Dabaşi, bu kısıtlamalardan yola çıkarak işi, yönetmenlerin söz konusu kısıtlamalar nedeniyle göç ettiğini iddia etmeye kadar vardırır. Konuyu röportaj yaptığı isimlerle de paylaşan yazar yönetmenlerden istediği cevabı alamıyor. Zira rejim muhalifi yönetmenler bile devrim öncesi süreçte yabancı sinema sektörünün boyunduruğu altında kalan İran sinemasının devrimden sonra ?yerlilik politikaları? ile yeniden hayata dönmeye başladığını rahatlıkla söyleyebiliyorlar. Dabaşi?nin aksine sansürün ilk yıllarda sadece şiddet ve cinsellik içerikli sahnelerde uygulandığını söyleyen Cihan Aktaş, her yıl büyük bir hızla genişletilen özgürlük alanlarının yönetmenlere farklı alternatifler oluşturarak, İran sinemasının dünya sineması içinde kendisine özgü bir sinema anlayışı oluşturduğunu belirtiyor. Aktaş, bir filmin yasaklanmasına yol açacak gerekçeleri ise şöyle sıralıyor: Peygamberi (s.a.v), İmamları, müçtehitleri aşağılaması, İslamiyet ve diğer dinlerce önemli olan değerlere küfredilmesi, ahlaksızlık ve fuhşun teşvik edilmesi, renk, dil, din, etnik köken ve inanç açısından insanların eşit olmasını inkâr, şiddet ve işkence sahneleri?? (s.70) Dabaşi?ye en güzel cevabı ise Aktaş?ın kaynak olarak gösterdiği sinema eleştirmeni Behmen Maksudlu?nun verdiği bir istatistikî bilgi veriyor: ?Bu yıla kadar (1992) siyasal açıdan gösterime sokulmasında sakınca görülen bir film olmadı?. (s.71) İran devrimini sansürcü ve baskıcı bir iktidar olarak tanımlayarak eleştiren Dabaşi, A.B.D?nin İran sinemasına getirdiği sansür ve sınırlamalardan söz etmiyor. Oysa İran sinemasının son yıllardaki gelişimine en büyük zorluğu A.B.D çıkarıyor. Yazar Cihan Aktaş konuyla ilgili şu bilgilere yer veriyor: Amerikan yönetimi İran filmlerinin festivallerde ve kendi kültür merkezlerinde gösterimlerini engellemeye ve sınırlandırmaya çalıştı. İran?a koyduğu ekonomik ambargoda kültürel ürünlerin girişini istisnai bir madde olarak kabullendiği halde, uygulamada bu maddeye riayet etmedi. A.B.D gümrüğü İran filmlerinin bu ülkeye girişini engellemeye devam etti. ABD Dışişleri Bakanlığı?nın 1992?de New York Lincoln Kültür Merkezi Film Dairesi?ne, İran Filmleri Festivali?nin iptali için yaptığın baskılar, bu engelleyici tutumun bir örneğidir.?(s.67) Özet olarak Prof Dr. Hamid Dabaşi, birbirinden farklı ve önemli isimlerle yaptığı röportajlar ve birçok nitelikli film hakkında bilgiler verdiği kitabında, İran sinemasının oluşum ve gelişim sürecini anlatırken objektiflik ve sanatsal kaygılardan uzak, önyargılı bir tutum takınarak, bu tutumuyla çalışmasına gölge düşürüyor.