Postadan dehşet çıkıyor. Clive Burrage bana, II. Dünya Savaşı’nın son iki yılında bir RAF Mitchell bombardıman uçağının pilotu olan ve Almanya’nın işgalinin ilk aylarında Köln üssünde bulunmuş olan kayınbiraderi Harry Leeks hakkında yazmış. Onu Cheshire’dan aradığımda “Üsdeki odasına birkaç mobilya almak için gitmiş ve bu fotoğrafları bir çekmecede bulmuş” dedi. Fotoğraflar Clive’ın üzerinde ‘Katlamayın’ yazan zarfından kaydı. Hitler tahminen 1939’da bir Varşova sokağında yürüyor. Goering ve Hitler bir hava üssüne geliyor. Ve sonra kasvetli, soğuk bir sokakta -asker ve siviller ceketli, Lehçe bir dükkan adının bir kısmı okunuyor- ilk kat balkonuna asılı iplerin ucunda beş ceset sallanıyor.

Elleri arkada bağlanmış, başları yana kaymış. Hemen solda bir Alman askeri fotoğraflarını çekiyor. Bu fotoğrafı hiç görmemiştim; bu resim bir askerin tahminen eve, ailesine yollamak için çektiği bir “hatıra”. Leeks’in resimleri dört-beş yıl sonra bulduğu mobilyanın sahibi.

Burrage bu resmin bir hikaye anlattığını yazmış. “İnsanın insana gaddarlığı.” Biliyorum, ilk kez Robert Burns kullanmış olsa da bu bir klişe. Fakat Clive’ın mektubu, okuyucu TJ Forshaw’un bir mektubuyla birlikte gelmişti ve o da Clive gibi, kısa süre önce bu köşede çıkan, Nazi Eylem gruplarından* bir yetkilinin 1942’de Ukrayna, Ivangorod’da Yahudiler’i vurduğunu gösteren fotoğraftan etkilenmişti. Şunu sormuş: “Bu mektubu yazan dahil olmak üzere çoğu insan için, bazı koşullar altında gündelik bir katil olmak, üstelik kitlesel ölçekte katletmek mümkün mü? Eğer cevap evetse, neden rüyalarında intihar ettiklerini görmeden geceleri yataklarında huzurla uyuyor gibiler?”

***

Büyük şans eseri aynı posta paketiyle, üç yıl önce beni Ypres’teki Ateşkes Anma konferansını vermeye davet eden Flaman Barış Enstitüsü’nden Wies de Graeve’nin bir notu gelmişti. Bu yıl konferansı Lübnan’ın 15 yıllık iç savaşında ateşkes sağlayan Cezayirli devlet adamı Lakhdar Brahimi verdi. Eski bir tanıdık ve onurlu bir adam olan Brahimi, Ypres’te, Clive ve Forshaw’un mektuplarında sorduğu sorunun aynını sordu. “...Lübnanlılar’ı kendileri dahil herkes, son derece entelektüel, kibar, iş hayatında da sanatta olduğu kadar yetenekli, barışçıl ve eğlenmeyi seven bir halk olarak tanıyor. Fakat nasılsa 70’lerin başından beri hem dünyayı hem de kendilerini şaşırtarak, birbirlerine ve İsrail işgaline karşı acımasız savaşçılar haline geldiler.”

İşgalcilerle savaşmak ve iç savaşta savaşmak tabii ki farklı şeyler. “Bunlara ve başka sorulara asla hazır, tam anlamıyla tatmin edici cevaplar bulamadım” diyor Brahimi. “Ne akademik kitaplarda ne de eylemi gerçekleştirenin alet çantasında. Belki hakikat daha basittir: ve o da biz, insan ırkı üyelerinin aşağı yukarı aynı olduğudur: Bireysel veya kolektif, her birimiz ve hepimiz en iyi ve en kötüye muktediriz. Şartlar bizi belirli bir günde bir şey, bir sonrakinde başka bir şey haline getiriyor.”

***

Bu açıklamadan tatmin olmadım. İngiliz, Amerikan, “Müttefik” askerler korkunç şeyler yaptılar; II. Dünya Savaşı’nda, Kore’de, Malaya’da, Hollanda hükümdarlığı altındaki Endonezya’da, Cezayir’de ve evet, Afganistan ve Irak’ta. Ve zalimlikleri; suçsuzluk kültürünün, sömürgeciliğin ve hükümetten etkilenen ırkçılığın bir parçasıydı. George W. Bush ve İsfahan Lordu Blair’in papağan gibi tekrarladığı düzmece “birkaç çürük elma” saçmalığından ortaya çıkmadı. Fakat Naziler ile ilgili özellikle korkunç bir şey vardı; telafi edilemez biçimde kötü bir rejime, unsurları kötüden başka şekilde nitelenemeyecek bir topluma aittiler. Adolf Eichmann’ın soruşturmalarını takip eden İsrailli Avner Less, Eichmann’ın bir demokraside asla varolamayacağına, sadece bir diktatörlükta varolabileceğine inanıyordu.

Fakat bu açıklama bile yeterince iyi değil. Elbette geçen on yılın deneyimi, ahlaki sorumluluk almadan kötü şeyler yapmaları için başkalarını cesaretlendirebileceğimiz, onlara güç ve imkan verebileceğimiz. Hayır, Nazi ölçüsünde değil. Fakat hüküm vermek, gizli kara hapishaneler, toplu işkence, müttefiklerimizin infazları (örneğin Afganistan’da boğarak öldürme, Fas’ta jenitallere elektrod bağlama, Şam’da CIA talimatıyla veya Libya’da İngilizler’le gizli anlaşmalarla devamlı işkence). Bunları kendimiz yapmaya muktedir olmayabiliriz. Uluslararası hukuk ya da Bush ve Blair’in suçlarından sonra ondan arta kalan şey, hala Naziler’e dönüşmemizi engelliyor. Fakat bizi diğerlerini Nazi’ye çevirmekten alıkoymuyor. Ve korkarım ki rahat uyuyoruz.

Ne de olsa Obama’nın iki yıl önce Kahire’de yaptığı gibi, Müslümanlar’a ve diktatörlük karşıtlarına insani dostluk eli uzatmak bir şey; diktatörlere silah sağlamak başka. Bu ay Kahire’de bana, haydut polislerin Tahrir Meydanı’ndaki göstericilere atmaları için verilen son gaz bombalarının kovanlarını gösterdiler. 2003’te üretildikleri için son kullanma tarihleri çoktan geçmişti. Kimilerini kör etmiş, kimilerini ise öldürmüş olan bu bombaların kovanlarının her iki yanında şöyle yazıyor: 3231 37/38 MM RIOT CS SİS MERMİ MESAFESİ 150 YDS (136 METRE), BİRLEŞTİRİLMİŞ TAKTİK SİSTEMLERİ 388, KINSMAN ROAD, JAMESTOWN PA (Pennsylvania) 16134 DİREK KİŞİLERE ATEŞ ETMEYİNİZ CİDDİ YARALANMA VEYA ÖLÜME SEBEP OLABİLİR. ABD’DE ÜRETİLMİŞTİR.’

Düşününce, Obama’nın Ortadoğu Müslümanlarına yaptığı gerçek konuşma bu olabilir. Ve 388 Kinsman Road, Jamestown, PA’de çalışan kadın ve erkekler geceleri rahat uyuyorlar mı? Elbette.

* Eylem grupları; Avusturya, Çekoslovakya ve Polonya’nın işgalinden sonra Alman ordusu ile çalışan Nazi polis istihbarat birimi.

Kaynak: Star