Çok güçlü bir lobi, belli ki Türkiye'yi büyük güç kaybıyla sonuçlanacak bir maceraya sürükleme konusunda kararlı görünüyor.
Hükümeti, kamuoyunu itidale çağıran insanları korkaklıkla, hatta neredeyse ihanetle suçlayarak savaş kışkırtıcılığı yapıyor; böyle bir müdahalenin muhtemel sonuçları ne olacak, neleri getirecek neleri götürecek, bunun tartışılmasını istemiyor.
Şurası açık ki, Kuzey Irak'a müdahale etmesi durumunda Türkiye, bölge ülkeleri ve uluslararası camianın gözünde "saldırgan ve işgalci bir konum"a düşmüş olacak. Giderek, PKK üzerinden Kuzey Irak'a karşı geliştirilen politik tavır ve bu tavrı besleyen dil, İsrail'in diline benzemeye başladı. İsrail de onca sivilin hayatı pahasına giriştiği her operasyondan önce "Filistin terörü"nden dem vurmaktadır. Türkiye'nin tabii ki haklı olarak canı yandığı için söyleniyor, ama yanlış bir hareket veya içine gireceğimiz uygunsuz/hatalı bir pozisyonun çok şeylerin kaybına sebebiyet vereceğini gözden uzak tutmamamız lazım. Bizler Amerika veya İsrail kadar güçlü ve etkili değiliz ki, bize yöneltilen bir suçlama ve ithamı umursamayalım. Bizim gibi bir ülkenin bu yaftayı almasının çok büyük maliyetleri var.
"Teenni ile hareket edelim, itidalli davranalım, uzun boylu düşünüp öyle adım atalım." diyenler, medya vaizleri tarafından ağır bir dille suçlanmaktadırlar. Akıl itibarlı mevkiden indirildi, meczupların pompaladığı heyecan revaçta. İç siyasette uğranılan demokratik kayıp belli ki, bazılarının basiretini bağlamış durumda. Allah muhafaza, iktidar hırsının insana yaptırmayacağı şey yoktur. 1453'te İstanbul surları muhasara altında iken, bazı büyük bürokratların ve nüfuzlu ailelerin fethin akamete uğraması için çalıştıklarını biliyoruz. Hasım oldukları kişilerin inisiyatifinde İstanbul fethedilecekse, "fetih olmasın" diyorlardı. İktidar mücadelesi, baba ile oğulu karşı karşıya getirir, aile içinde kan dökülmesine yol açabilir.
Terör olaylarının artması, eğer Türkiye'yi askerî bir operasyona sevk edecekse, bu operasyondan nasıl bir kazanç elde edeceğimiz sorulmaya değer. Bundan önce 24 operasyon yapıldı, dişe dokunur bir sonuç alınmadı veya en azından ne Kürt sorununa veya Güneydoğu meselesine bir çözüm bulundu ne PKK ortadan kalkmış oldu. Ayrıca 1998 operasyonundan sonra bütün imkânlar ve avantajlar Türkiye'nin eli altında iken, neden PKK'nın bitirilmediği hâlâ meçhul!
Şimdilik konunun Kuzey Irak, bölge veya dış politika boyutunu bir kenara bırakıp iç siyasetle ilgili bölümüne bakalım: Ortada nasıl işleyeceğini çok da zorlanmadan tahmin edebileceğimiz bir senaryo söz konusu: Diyelim ki, terör olaylarında artış oldu. Mukabil gösteriler, sokakta zirve yapan heyecanlar etnik gerginliklere yol açtı ve hiç istenmediği halde bazı kritik/hassas yerlerde "Türk-Kürt çatışması" vuku buldu. Böyle bir çatışmanın birkaç yerde tekrarlanması durumunda tabii ki "daha sıkı tedbirler" alma ihtiyacı doğmuş olacak. Belki ilk aşamada "olağanüstü hal", bir sonraki aşamada "sıkıyönetim" ilan etmek gerekecek. Olayların bu iki yönetim altında da durmaması halinde, başvurulacak son tedbir demokratik rejime ara verecek olan "askerî müdahale" olur. Elbette kimse bunu temenni etmez, fakat bıçak kemiğe dayanırsa, giderek kamuoyunda "buna bir çare bulunmalı" denmeye başlar. Yine hemen müdahale olmaz. Biliyorsunuz, 1979 yılında bir komutan, darbe şartlarının iyice olgunlaşması için biraz daha beklemek gerekir demiş, bir sene sonra ancak müdahale edilmişti.
Tablo, çok bilinmeyenli bir denklemle karşı karşıya bulunuyormuşuz gibi görünüyor. Her şey ayan beyan ortada değil elbette. Derin katlarda nelerin konuşulduğu, hangi plan ve projelerin üretilip uygulamaya konulduğu belli değil. Şu var ki, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Biz bu filmi bugüne kadar birkaç kere seyrettik. Senaryo çok farklı değil. Demokratik yollardan mevcut hükümeti iktidardan düşürmeyeceklerine iyice kanaat getirenler, "hasmımın inisiyatifinde İstanbul fethedilecekse, fethedilmesin" diyor.
Kaynak: Zaman