Başkan Obama iki ayırt edici özelliği olduğu vaadiyle, Libya’ya Amerikan askeri müdahalesini başlattı. Bu başta Amerika’nın lider oyuncu olduğu, fakat sonra, “haftalar değil günler içinde” hızla destekçi rolüne geçtiği gerçek bir uluslararası çaba olabilirdi. İkinci olarak, doğrudan bir Amerikan operasyonu dikkatle, Beyaz Saray sözcüsü Jay Carney’nin dediği gibi “zaman ve kapsam bakımından sınırlandırılmış” olurdu. Fakat şimdi, iki hafta geçtiğinde, başkanı iki rotadan da vazgeçiren -çoğunlukla Washington kaynaklı- baskılar görülebiliyor. Şu anda Libya daha fazla sahipleniliyor ve Amerikan ordusu daha geniş bir hava harekatına giriyor. Bu niyetinden sapmış bir görev ve kötü bir fikir.

Başkan’ın operasyonun başındaki basiretli sözleriyle, Pazartesi günü yaptığı ve gerçekler onu desteklemediği halde Amerika’nın lider rolünü vurguladığı kapsamlı konuşması arasındaki retorik kaymasına dikkat edin. Muammer Kaddafi güçlerine yapılan hava saldırılarının, şimdi sivilleri korumanın çok ötesine geçtiğine ve bir tür hızlı zafer kazanma umuduyla açıkça arttığına dikkat edin. Eğer yönetim dikkatli olmazsa, müdahale en başta niyetlenilenden çok daha farklı bir yerde son bulacak.

Başkan’ın konuşması, Amerika’nın Libya’ya müdahalesi için güçlü, iyi gerekçelendirilmiş bir dava oluşturdu; Kaddafi güçleri Libyalı asileri katlederken, neden hiçbir şey yapmadan duramayacağına dair en iyi insani, stratejik ve politik argümanları sıraladı. Bunun yanısıra Amerika’nın en yakın müttefikleri yardımımızı istediler. Fakat Obama, büyük amaçları -Kaddafi’yi ekarte etme- ve sıkı sıkı tanımlanmış askeri olanakları arasında, Libya politikasında bulunan merkezi stratejik boşluğa değinmek için pek bir çaba göstermedi. Bu boşluğu kapatmanın iki yolu var: olanakları artırmak veya amaçları küçültmek.

Amerikalı devlet adamları her zaman, önemli ve Amerikan gücünü işin içine sokacak kadar değerli, fakat hayati olmayan dış politik çıkarları için, sınırlı askeri olanakları kullanmayı deneyimlemişlerdir. Modern Libya’nın da bölgelerini içeren Berberi Devletleri’ne karşı savaştıkları Berberi Savaşları’ndan, Asya’da hücum gemisi diplomasisine ve son birkaç on yıldır gerçekleşen askeri müdahalelere kadar (Grenada, Lübnan, Somali, Irak üzerindeki uçuşa yasak bölge, Bosna, Kosova) Amerika Birleşik Devletleri çok kez, tüm kuvvetleriyle savaşa girmeden ordusunu kullanmanın yollarını aradı. Bazıları diğerlerinden daha başarılıydı; ama her halükarda asıl iş, bizim peşinde olduğumuz amaçlarla kullanacağımız olanaklar arasındaki dengeyi bulmaktı. Bedeller hakkında soru sormadığımız ve sadece olanakları artırdığımız zaman, kendimizi Vietnam’da bulduk.

Bir başkan için eğilim, bedeli ne olursa olsun ve söz konusu olan hayati veya ikincil çıkarlar için, kararlı bir zafer kazanmaya zorlanmaktır. Başkanlar büyük amaçların liderleri olmak isterler ve Libya harekatı kesinlikle iyi bir amaç. Fakat retorik ve amaçlar ne kadar görkemliyse, askeri harekat o kadar geniş oluyor. Ve sonra ABD Libya’nın kaderinin sorumluluğunu üstleniyor: kabilelere bölünmüş, sivil toplumu ve güçlü kurumları olmayan ve kırk yıldır Kaddafi’nin deliliğiyle yerle bir olmuş bir ülke. Bunu gerçekten, büyük ölçüde yalnız olarak üstlenmek istiyor muyuz? Diğerlerinin de buna dahil olması o kadar kötü bir fikir mi? Liberal bir yorumcu, Bingazi’deki kalabalıkların “Obama” diye değil “Sarkozy” diye tezahürat yaptıklarını esefle belirtmiş. Demek ki Libya’nın kurtulması yetmiyor; kurtarıcılar biz olmalıyız çünkü neticede bu onlarla değil bizimle ilgili.

Washington şimdi, askeri gücü biraz daha artırmanın, Kaddafi rejimini yerinden edeceğini umuyor. İşlerin iyi gitmesi için dua ediyorum. Fakat en iyisi olmasını umut ederken, diğer olası sonuçlar için plan yapmak çok daha akla yatkın olurdu. Askeri operasyon bir katliamın gerçekleşmesini önledi. Clinton yönetimi Balkanlar’da, Sırbistan’daki bir rejim değişiminin gerektirdiği bedeli ödemeye istekli olmadığını farketti. Bunun neticesinde Slobodan Miloseviç, hala bir başarı sayılan Bosna ve Kosova’daki eylemlerinden sonra ayakta kaldı ve daha sonra kendi halkı tarafından yerinden edildi. Sınırlı müdahaleler ile sınırlı  başarılar elde edilebilir; fakat aynı zamanda yıkıcı yenilgilerden de kaçınılabilir.

Bu ise bazıları için yeterince maço değil. Köşe yazarı Charles Krauthammer, “Eğer Viyana’yı almaya gidiyorsan, Viyana’yı al” diye gürledi. Bu sözler Napolyon’a; komşularının çoğunu işgal eden, her yerde zafer kazanmaya duyduğu açlık yüzünden altından kalkamayacağı işlere girişen, askerlerinden yüz binlercesini kurban eden, alçaltıcı bir yenilgiyi tadan ve sonunda bir adaya sürgün edilen egomanyak bir diktatöre aitti. Ben Obama’nın yerinde olsam, bu modeli es geçerdim.

Kaynak: Star