Geçenlerde ilginç, aslında “ibret verici bir haber” okudum, hemen kupürü kesip bir kenara ayırdım.  Önce habere beraber bakalım:

 

“Giresun merkez Kaşıkçı Camii'nin minaresi, cemaat ve mahalle sakinlerinin isteği üzerine Giresunspor Kulübü'nün renkleriyle boyandı. Giresun'un Gemilerçekeği Mahallesi'ndeki Kaşıkçı Camii minaresinin, Türk Telekom Lig A'ya yükselme mücadelesi veren Lig B 4. Klasman Grubu'nun başarılı takımlarından Giresunspor Kulübü'nün renklerine boyanması, yeşil-beyazlı taraftarların büyük ilgisini çekiyor. Giresun İl Müftü Vekili Osman Ayar, yaptığı açıklamada, geçtiğimiz ay tadilat çalışmaları yapılan caminin minaresinin, cemaat ve mahalle sakinlerinin isteği üzerine Giresunspor Kulübü'nün renklerine boyandığını söyledi. Bu durumun her hangi bir sakıncası olmadığını ifade eden Ayar, "Spor dostluğu pekiştiren ve kaynaştıran önemli bir aktivitedir. Burada kentin takımına destek verilmesi ve sevdirilmesi amaçlanmıştır" diye konuştu.” (Yeni Şafak, 2 Nisan 2007.)

 

Daha önce yazmıştım. Bundan iki sene önce Hac’da Arafat’ta iken, bazı hacıların “Fenerbahçe’nin şampiyon olması” için dua ettiğine şahit oldum. Mekke-Şişe’de kaldığımız yerde, maç olduğu her gün televizyonun önünde yüzlerce hacı birikiyor, maçı büyük bir heyecanla seyrediyordu. Kutsal topraklarda insanların duyduğu bu “yüksek düzeydeki heyecan” beni fazlasıyla şaşırtmıştı. İbadetin en yoğun yapılıp manevi zevk alındığı yerde, Allah’ın Evi’nin bulunduğu kutsal topraklarda, insanlar her anı dua, zikir, ibadet ve istiğfar ile geçirmesi gerekirken, sanki yaşadığı şehrin mahalle kahvesindeymiş gibi, ekranın başına geçiyor, maç seyrediyor, heyecanlanıyor, gol pozisyonu kaçtığı zaman ayağa fırlayıp bağırıyor, gol atıldığı zaman kıyameti koparıyor.

 

Giresun merkez Kaşıkçı Camii cemaatinin yaptığı da derece farkıyla aynıdır. Futbol denen ruh ve akıl hastalığı ve bu hastalığın belli başlı belirtileri olan patalojik tutum ve davranışlar ibadethanelerimize kadar girdi. Bu konunun bizi çok düşündürmesi gerekir. Belli ki artık dinin bizim manevi hayatımız üzerinde etkisi giderek azalıyor, belki de Allah Rasulü ((s.a.)’nün haber verdiği gibi, “Okuduğumuz Kur’an ayetleri boğazımızdan içeri girmiyor.” Başka bir ifadeyle inanıyoruz, inandığımızı söylüyoruz, ama bilgilerimiz imana dönüşmüyor. Yani imanımızın ve ona konu olan bilgilerimizin bizim pratik/ameli hayatımız üzerinde herhangi bir etkisi olmuyor. Sadece inanıyoruz, kuru bir imana sahibiz; bazı şeyleri duyuyoruz, biliyoruz, ama bu bilgiler bizim hayatımızı olumlu yönde herhangi bir değişikliğe uğratmıyor.

 

Bizi doğru istikamete yönlendirecek olan liderler de görevlerini yerine getirmiyorlar. Bir müftü eğer, minarelerini tuttukları futbol takımının renkleriyle boyayan cemaatin bu tutumuna “cevaz” veriyorsa, hakikaten ortada vahim bir durum var demektir. Ne müftü efendi ne cemaat hangi süreçlere tabi tutulduklarının farkında değiller. Bütün aklı başında sosyal bilimciler, futbolun, kitleleri aptallaştırma operasyonlarında etkili bir enstrüman olarak kullanıldığını söylüyor. Geçmişte diktatörlükler futbolu kullanıp ayakta durdular. Şimdi küresel kapitalizm ve hiçbir şeyi ciddiye almadan tüketmeyi öneren kültür, benzer bir yöntemi kullanıyor. Futbol artık ruh sağlığımızı bozacak boyutlarda geniş etki alanlarına sahip. Futbolu tamamlayan magazin kültürü, pop şarkıcıları, mankenler ve bunların müptezel hayatlarının gençlere model rol olarak empoze edilmesidir.

 

Hiç değilse inanmış insanların bu hastalıktan kendilerini koruması beklenirken, hastalık sahalardan, medya ekranlarından evlerimize, oradan da camilerimize kadar sirayet ediyor. Yarın öbür gün cemaatin, hocalardan tuttuğu futbol takımının başarısı için dua etmelerini istediklerini duysak hiç şaşırmayalım. Bu bir yozlaşma halidir, belli bir noktaya kadar sürecektir.