Batı'da modern toplumu ortaya çıkaran en önemli amillerden birinin "eğitim" olduğunu söylemek mümkün. Devlet, geleneksel yapılardan koparıp dağıttığı insan teki varlıklarının her birini "ferd-i vahit bireyler" durumuna getirdi ve onların herbirini "birey" haline getirmek için yine kendisinin geliştirdiği kurumlar olan okullarda eğitti. Hiç kuşkusuz, bilginin niteliği, bilgiyi kimin üreteceği ve topluma bilgiyi kimin ve nasıl aktaracağı konusunda, yani bilinen anlamı ve fonksiyonlarıyla eğitimin kimin denetiminde olacağı meselesinin ilk defa kilise ile burjuvazi arasında çatışmaya yol açmasının sebebi de budur. Kilise denetimi burjuvazinin, yani modern devletin eline kaptırmasından sonra büyük yenilgiye uğradı.
      Bu açıdan, Batı-dışı toplumlarda da büyük reform hareketlerine girişen her yenilikci veya devrimci kadronun işe eğitimle başlamak istemesi anlaşılır bir durumdur. Çünkü herkesin ideali, "yeni bir toplum" ve biri diğerine neredeyse tıpatıp benzeyen bireyler yetiştirmektir.
      Yenilikçiler için öngörülen temel zihniyet değişikliği ancak "eğitim"le sağlanabileceğinden, yeni iktidar seçkinleri bizde de (Osmanlı'da Saray erkanı, Enderun artığı rical ve Cumhuriyet döneminin kurucu kadrosu) eğitime büyük önem verdiler. Taşıdığı merkezi öneme rağmen, eğitim konusu aslında yalama olmuş bir meseledir, neredeyse Cem Yılmaz'ın o reklam filmindeki gibi, her şeyin, olur olmaz her işin başı için kullanılır: "Eğitim şart"! Olağanüstü misyonların yüklendiği eğitim konusundan önce, zaten eğitimle bugün bir noktaya gelmiş bulunan dünyaya bakmakta fayda var:
      Modern dünya her şeyin yolunda gittiğini telkin eder, büyük ölçüde dünyanın bu telkin sayesinde ayakta tuttuğunu söylemek mümkün. İnsanlar gündelik hayatlarında ciddi sayılabilecek sorunlar yaşarlar, ancak kitle psikolojisinin işler halde olduğu zamanımızda, eğer istenirse çok az insan sorunlar yaşadığının farkına varabilir. Modern dünyanın insana telkin ettiği mutluluğun ne kadar 'sahte veya sanal' olduğunu şu olaydan anlayabiliriz:
       Yıllarca altını ıslatmaktan bir türlü kurtulamayan biri günün birinde çok eski bir arkadaşıyla karşılaşır. Dertleşirlerken bu hastalığından bahseder, gitmediği doktor kalmamış, ancak derdine çare bulamamıştır. Arkadaşı ona bir psikiyatriyi tavsiye der. Aradan yıllar geçer, günün birinde iki arkadaş karşılaşır. Arkadaşı sorar: "-N'oldu, iyileştin mi?" "-Yok" der. "-Tedavi oldum, artık altımı ıslatmaktan utanmıyorum, mutluyum." Modern eğitim bir yönüyle, insanlara içinde bulundukları durumun "iyi" olduğunu telkin eder, insanlar da bunu kabullenir.
      Eskiden salt devlet, bürokratik kurum, hukuk, yargı sistemi ve elbette ekonominin işleyen enstrümanları sayesinde varlığını sürdürüyordu. 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinden başlamak üzere, bu saydığımız aktörler önemli ölçüde fonksiyonların eğitim kurumlarına ve medyaya devretmeyi kabullendiler.
Modern eğitim, sadece örgün alanlarda değil, asıl medya üzerinden yaygın olarak fonksiyon görmektedir Bu yüzden mesela eğitim deyince, meselenin kökünden ele alınması gerekir. Ve bu çerçevede ilk sorulması gereken soru şu olmalıdır: Neden eğitim? İnsan eğitilir mi? İnsanı eğitmeye kalkışmak onun insanlık değerine ve onuruna hakaret değil mi? Ivan Illich gibi, "okulsuz bir toplum" veya daha doğru ifadesiyle "toplumunun okulsuzlaştırılması" bizim özgürleşmemiz için düşünülemez mi? Bunlar zor sorular, eğitim alan insanlar hemen tepki gösteriyorlar.
      Soru sormaktan korkmamak lazım. Her soruya hemen cevap bulamayız. Ama itiraz ediyorsak, itiraz cevaba göndermedir. Buna rağmen tez elden maddi yapıları bu cevaplar çerçevesinde yeniden dizayn edelim, her şeyi yıkıp yıkalım demiyorum. Ama soru sormaya devam etmemiz lazım. Bu sorular aynı frekansta yayın yapan zihinlerin işidir. Müslümanlar seçkin ve sorgulayan bir zihne sahip olmalılar, bu seçkinci olmaları demek değildir. Hak'la beraber, ama halk arasında.